29 Aralık 2010 Çarşamba

SANATÇI BİOĞRAFİSİ


Gian Lorenzo Bernini (Gian Lorenzo Bernini Kimdir? )
Gian Lorenzo Bernini (1598-1680). , 17. yüzyılda yaşamış en önemli İtalyan sanatçılarından biridir. Resim, heykel ve mimarlık gibi çeşitli sanat dalların­da yapıtları vardır. Bernini, Barok sanatın yaratıcılarındandır. Sanatçı, Barok üslubun belirgin nitelikleri olan büyüklük ve görkemi kusursuz bir uyum ve denge içerisinde verme­ye özen gösterirdi. Bernini'nin resimlerinden pek azı günümüze ulaşabildi; heykellerinin çoğu ise Roma'da bulunmaktadır. Bernini Napoli'de doğdu. Babası, Floran-salı heykelci Pietro Bernini'ydi. 1605'te Ro-ma'ya giden Bernini yaşamının büyük bir bölümünü orada geçirdi. Sanatçı yapıtlarının çoğunu Borghese ailesi ve bu ailenin daha sonra papa seçilen üyeleri VIII. Urbanus, X. Innbcentius ve VII. Alexander'ın koruması altında gerçekleştirdi. Bernini'nin önemli ya­pıtlarının çoğu Roma'daki Borghese Galeri-si'ndedir. Aeneas, Ankhises ve Askanios'un Truva'dan Kaçışı bu dönemden örneklerdir. Bernini büyük boyutlu ilk heykellerini Scipi-one Borghese'nin isteği üzerine yapmıştır. Sanatçının yeni bir gerçekçilik anlayışıyla yorumladığı, Hades'in Persephone'yi Kaçır­ması, Davud, Apollon ve Daphne adlı heykel­leri Borghese Galerisi'nde, aynı dönemde yaptığı Poseidon ve Triton ise Londra'daki Victoria-Albert Müzesi'ndedir. Bernini, dinsel konulu ilk heykelleriyle mimarlık alanındaki ilk yapıtı olan Roma'da­ki San Bibiana Kilisesi'nin ön yüzünü, VIII. Urbanus'un koruması altında gerçekleştirdi. Bernini'nin en önemli mimarlık yapıtı ise, San Pietro'nun mezarı üzerindeki dört sütunlu görkemli çatı ya da İtalyanca adıyla baldoc-china'dır. Bu çatı Barok sanatının en yetkin ve parlak ürünlerinden biridir. Bu başarısın­dan dolayı Papa X. Innocentius, Bernini'yi Navona Alanı'ndaki Dört Irmak Çeşmesini yapmak üzere Roma'ya çağırdı. Sanatçı çeş­menin ortasına bir Mısır dikilitaşı (obelisk), çevresine de dört mermer figür yerleştirdi. Bu figürler 17. yüzyıl dünyasının bilinen başlıca dört ırmağını, Tuna, Rio de la Plata, Ganj ve Nil'i simgeliyordu. Bernini'nin mimarlık ala­nındaki son ama en önemli yapıtı, Roma'daki San Pietro Kilisesi'nin önündeki Noel, Pas­kalya gibi özel dinsel günlerdeki kutsama törenleri için tasarlanmış olan alandır.

28 Aralık 2010 Salı

François-Auguste Rodin, (12 Kasım,1840 Paris - 24 Kasım, 1917 Meudun, Fransa) Fransız heykeltıraş.
  • == Hayatı ==
      1840 yılında doğdu. 1848 yılında Rodin, Frères de la Doctrine Chrétienne adlı okula kabul edildi. 1850'de okulu bırakıp çizim yapmaya başlayan Rodin 1855'te heykel çalışmalarına başladı. Yedi yıl sonra 25 yaşındakı kız kardeşi Maria'nın ölümü onu çok etkiledi ve rahip adayı olmak üzere Pères du Très Saint Sacrement'e kaydoldu.
     1864'te Musée d'Histoire Naturelle'de heykeltıraş Barye'nin kursuna katıldı. Carrier-Belleuse ile dekoratif işler üzerine çalışmaya başladı. Terzi Rose Beuret ile tanıştı ve ona işlerinde yardımcı oldu. "Kırık Burunlu Adam" adlı çalışması Paris Salonu tarafından reddedildi.
Rodin ve Rose’un oğlu, Auguste-Eugéne Beuret 1866'da doğdu. 1870 yılında Fransa ve Prusya arasında savaş başlaması ile Carrier-Belleuse sayesinde Belçika’ya gitti ve orada Carrier-Belleuse ile beraber Belçika Borsası’nın dekorasyonu üzerinde çalıştı. 1873'de Antoine-Joseph van Rasbourg ile ortak oldu. Carrier-Belleuse’un Paris’e dönmesiyle, ortak çalışmaları sona erdi.
    Gezmek üzere 1876 yılında gittiği İtalya'da kaldı. Floransa’da Michelangelo üzerine incelemeler yaptı. "Mağlup" adı altında, Tunç'un Çağı (1877) adlı çalışmasını Cercle Artistique, Brüksel’de ve daha sonra Paris Salonu'nunda, 1870 savaşını anmak üzere sergiledi. İnsan üzerinden birebir alçı yapmakla suçlandı, ancak meslektaşlarının verdiği ifadelerle temize çıktı.
   Fransız hükümeti, "Tunç’un Çağı"nı satın aldı (1880) ve Rodin’e tamamlaması 40 yıl süren, "Cehennemin Kapıları"nı sipariş etti. 1887 yılında Rodin, "Légion d’honneur" madalyasıyla şövalye ilan edildi.
Kariyeri [değiştir]
Düşünen adam heykeli, (1879–1889)
1882'de yazar ve ressam arkadaşlarından oluşan bir büst-heykel serisine başlayan heykeltıraş bir yıl sonra safiye ile tanıştı ve aralarında bir ilişki başladı. 1891'de kendisine "Balzac Anıtı" sipariş edildi. Fakat Victor Hugo projesi reddedildi. 1893'de Société Nationale des Beaux-Arts Heykel Bölümü’nün başkanı oldu. 1895'de "Calias’in Sakinleri" adlı çalışmasına başladı.Daha sonra Puvis de Chavanne cemiyetinin başkanı oldu.
1898'de "Balzac" ve "Öpücük" adlı eserler Champ-de-Mars’deki Galérie des Machines’de sergilendi. Fakat Société des Gens de Lettres, Balzac çalışmasını reddetti. 1900'de "Place de l'Alma'da Pavilion Rodin"i açtı. Bu girişim çok başarılı oldu ve sergilenen 150 yapıt ona uluslararası bir ün getirdi. 1901'de Venedik Bienali'nde ve Üçüncü Berlin Secession’unda yer aldı.
1903'de Légion d'honneur'un başına geçti. "Uluslararası Ressam, Heykeltıraş ve Baskı Sanatçıları Derneği"nin başkanı oldu. Berlin, Londra, Venedik ve New York’ta sergileri sunuldu. "Düşünen Adam" adlı eseri 1906'da Panteon'un önüne yerleştirildi.
1908'de İngiltere Kralı VII. Edward, Rodin’i ziyaret etti. New York'taki Metropolitan Müzesi, Rodin’in birçok eserini koleksiyonuna dahil etti. 1914'te Charles Maurice’in yardımıyla "Fransa’nın Katedralleri" adlı kitabı yayınlandı ve çok takdir topladı. Rodin 1916'da eserlerini Fransız hükümetine bağışladı, böylece etrafında olan ve mirasıyla ilgilenen kadınların ilgisinden de kurtulmuş oldu.

Konu başlıkları

[gizle]

27 Aralık 2010 Pazartesi

DÜNYA SANATÇILARI

Vincent Willem van Gogh (telaffuz: bu ses hakkında [ˈvɪnsɛnt vɑn ˈɣɔx] ; d. 30 Mart 1853 – ö. 29 Temmuz 1890), Hollandalı ard izlenimci ressam. Bazı resim ve eskizleri, dünyanın en tanınmış ve en pahalı[1] eserleri arasında yer alır.
Van Gogh, gençliğini bir sanat simsarlığı firmasında çalışarak geçirmiş, kısa süren bir öğretmenlik deneyiminden sonra da Belçika'da fakir bir madenci kasabasında misyoner olmuştur. Resim kariyerine 1880'den sonra başlamıştır. Başlangıçta koyu ve kasvetli renklerle çalışan Van Gogh, Paris'te tanıştığı izlenimcilik ve yeni izlenimcilik akımlarının etkisiyle canlı renklere geçmiş; Güney Fransa'da geçirdiği süre zarfında da bugün yaygın olarak tanınan kendine özgü resim tarzını geliştirmiştir.
Van Gogh, ömrünün son on yılı boyunca yaklaşık 900 suluboya/yağlıboya resim ve 1100 karakalem çalışma üretmiş, en meşhur eserlerini ise ömrünün son iki yılında yapmıştır. 1888'de ressam Paul Gauguin ile arkadaşlığının bozulması üzerine sol kulağının bir kısmını kesmiş, giderek kötüleşen ruhsal hastalığı sonucunda kendini göğsünden vurarak intihar etmiştir. Kimi sanat tarihçileri Gauguin ile yaptıkları hareretli bir tartışma sonucu Gauguin'in isteyerek ya da kendini gard amaçlı olarak Van Gogh'un kulağını kestiğini de iddia ederler.
Van Gogh, resim kariyeri boyunca kardeşi Theo'dan aldığı maddi destek sayesinde ayakta durabilmiştir. İki kardeşin arkadaşlığı, 1872'den itibaren birbirlerine yazdıkları mektuplarla belgelenmiştir.
20. yüzyıl sanatını ciddi şekilde etkilemiş olan Van Gogh, fovistlerin ilham kaynaklarından biridir ve Empresyonizmin öncülerinden kabul edilir.
İlk yıllar (1853 – 1869) [değiştir]
     Vincent van Gogh, Hollanda'nın güneyindeki Noord-Braband bölgesinde bulunan Zundert kasabasında, Protestan rahibi Theodorus van Gogh ve Anna Cornelia van Gogh'un ilk çocuğu olarak dünyaya geldi. Van Gogh'un doğumundan bir yıl önce, annesi bir ölü doğum yapmıştı. Eğer bu bebek ölmeseydi Vincent ismi ona verilecekti. Bu olayın genç Van Gogh'u derinden etkilediği ve Van Gogh'un sanatındaki kimi öğelerin bu olaydan kaynaklandığı ileri sürülmüştür.[2] Van Gogh dört yaşındayken kardeşi Theodorus (Theo) doğdu. Van Gogh'un Theo dışında bir erkek (Cornelius), üç de kız kardeşi (Elisabeth, Anna, Wil) vardı.
Van Gogh, 1864'te Zundert'e 30 km uzaklıktaki Zevenbergen yatılı okuluna yazıldı. 1866'da ise ortaokul için Tinburg'a geçti. 1868'de eğitimini yarıda bırakarak Zundert'e döndü. Sonradan kardeşi Theo'ya yazacağı bir mektupta, çocukluk yıllarını "kasvetli, soğuk ve kısır" olarak betimleyecekti
Van Gogh'u özellikle hayatının son iki yılında ciddi şekilde etkilemiş olan akıl hastalığı için bugüne kadar 30'dan fazla teşhis veya olası sebep ileri sürülmüştür.[21] Bunlardan bazıları, şizofreni, bipolar bozukluk (eski adıyla manik depresyon), frengi, boya zehirlenmesi (soluma veya yutma yoluyla), Ménière hastalığı ve güneş çarpmasıdır. Kötü beslenme, aşırı çalışma, uykusuzluk ve alkol düşkünlüğü, muhtemelen hastalığın etkilerini artırmıştır.
Van Gogh'un özellikle son dönem eserlerinde açıkça görülen sarı renk düşkünlüğünün de tıbbi bir bozukluktan kaynaklandığını ileri sürenler olmuştur.[22] Bu konudaki teorilerden birine göre, Van Gogh'un bolca içtiği absintte bulunan tuyon adlı madde, zaman içinde Van Gogh'un görüşünü bozarak nesneleri sarımtrak renkte görmesine sebep olmuş, bu da ressamın eserlerine yansımıştır. Bir başka teoriye göre, Van Gogh'a hastalığının tedavisi için yüksek dozlarda yüksük otu verilmiştir, ve yüksük otunun sarımtrak görüşe veya sarı lekeler görmeye sebep olduğu bilinmektedir.

26 Aralık 2010 Pazar

SANAT AKIMLARI

18.yüzyıl ise bir aydınlanma çağıdır .Rasyonalizm ve naturalizm gibi
akımlar ön plana çıkmıştır. İnsan beyni boş bir levhadır,önemli olan,eğitimin
buna yazdıklarıdır.İnsan doğadan iyi olarak gelir, eğer bozulmuşsa bunun nedeni
içinde yaşadığı kültür ve toplumdur. Aydınlanma çağı eğitimi kısaca akılcı,
realist, yararcı ve mesleksel yetiştirme esaslarına dayanmaktadır.18.yüzyılın
son çeyreği ile 19. yüzyılın ilk yarısında Alman klasik ve idealistlerinde eğitim,farklı
şekilde görülür. Kişi maddi doğa üzerinde egemenlik kurmalı ve otonom bir kişiliğe
erişmelidir. Kant’a göre bireysel eğitimin amaçları disiplinleştirme ,uygarlaştırma
,kültürleştirme ve ahlakileştirmedir. 18. yüzyılın ikinci yarısı ile 19.yüzyıl
, Sanayi Çağı’dır.Bu çağdaki eğitim akımları Batı ’da ki sanayi devriminin yarattığı
toplumsal yapı ve onun sorunlarıyla paralellik gösterir. 1840’lı yıllarda ve
özellikle buhar gücünün iş ortamında kullanılmasıyla başlayan sanayi devrimi
yeni bir toplumsal hayat biçimin de beraberinde getirmiştir.Buhar gücü ile çalışan
lokomotifler ve gemiler ,üretilen ürünlerin yeni dünyalara ulaştırılmasını sağlamıştır.
İşçi sınıfının doğuşu, hızlı kentleşme ve makineleşmenin yer aldığı ve sanayi
toplumu olarak adlandırılan bu dönemde insanlığın ilgisi sanayi ve makinelere
yönelmiştir.

KLASİZM
Edebiyatta eski Yunan ve Roma sanatını temel alan tarihselci yaklaşım
ve estetik tutumdur. Yeniden doğuş diye adlandırılan Rönesans döneminde gelişmiştir.
Bu akamın izleri bir önceki dönemde Rebelais ve Montaigne de hatta Aristoteles'tedir.
Klasizmin temel öğeleri kendi içinde soyluluk, akılcılık, uyum, açıklık, sınırlılık,
evrensellik, idealizm, denge, ölçülülük, güzellik, görkemliliktir. Yani bir
eserin klasik sayılabilmesi için bu özellikleri barındırması gerekmektedir.
Kısaca klasik bir eser, bir üslubun en yetkin ve en uyumlu ifadesini bulduğu
eserdir. Klasizm temellerini Rönesans aristokrasisinden alır. Klasizm bir bakıma
aristokrasinin akımıdır.

ROMANTİZM
18. yüzyılın sonunda ortaya çıkan ve 19. yüzyılın ortalarına kadar
uzanan akımdır. Kendisinden önceki klasizme bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Önce bir ön-romantizm dönemi denilen gelişmeler yaşanmıştır. Bu gelişmelerin
en önemlisi, halkın beğenisinin klasizmin görkemli, katı, soylu, idealize edilmiş
ve yüce anlatım biçiminden, daha yalın ve içten ve doğal anlatım biçimlerine
kaymış olmasıydı. Romantizm, klasizmin düzenlilik, uyumluluk, dengelilik, akılcılık
ve idealleştirme gibi özelliklerine bir başkaldırı niteliğindedir. Romantizm,
doğduğu çağın akılcılığı ve maddeciliğine tepki olarak bireye, öznelliğe, akıl
dışılığa, düş gücüne, kişiselliğe, kendiliğindenciliğe ve aşkınlığa, yani sınırları
zorlayıp geçmeye önem verir. Tarihsel olarak bu dönemde gelişen orta soylu sınıfın,
yani burjuvazinin duygu, düşünce ve yaşam tarzını ön plana çıkarır. Zaten Fransız
devrimini hazırlayan görüşlerle aynı temellere sahiptir.

Soyluların zarif sanat biçimlerini yapay ve aşırı incelikli bulan bu yeni sınıf,
duygusal açıdan kendisine yakın hissettiği daha gerçekçi sanat biçimlerinden
yanaydı. Böylece romantizm gelişme ve yaygılaşma şansı buldu. Farklı türlerin
yan yana olduğunu görüyoruz bu dönemde. Güzel-çirkin,iyi-kötü gibi.. umutlu
ileriye dönük bir yaklaşım söz konusu olmuştur. Bilimin etkisi yer yer tarzda
etkili olmuştur. İnsanlar arasındaki eşitsizliğin temel sebepleri incelenmiştir.
Ulusalcılığın benimsendiği bir akımdır. Bu dönemde eleştirmenler tiyatro yaşantısından
uzak estetik kaygılara sahiptir. Klasik sanatla romantizm kıyaslandığında iki
akım ve dönem arasındaki farkı daha iyi anlayabiliyoruz. Klasik sanat 17. ve
18. yüzyıllarda egemen olmuş bir sanattır. Tiyatronun yararlı ve zevkli olması
ilkesi vardır. Anlatım incelikli ve sanatsal olmalıdır. Klasikler Shakespeare’i
üstün bir deha olarak takdir edip değerlendirirken eleştirel bir tutumda da
bulunmuşlardır. Shakaespeare’in üç birilik kuralına uymazlığı,bilgisizliği,mantık
hataları yaptığı ve edebe,ahlaka çok bağlı kalmadığı düşünülerek eleştirilmiştir.
Klasikçiler doğayı mantıklı bir düzen olarak görürler, ona akılcı yöntemlerle
yaklaşırlar. Romantikler doğanın gizemli bir özü ,organik bir biçimi olduğuna
inanırlar ve ülküsel olana doğru evrimleştiğini iddia ederler. Romantikler bu
öze akıla değil,esin yoluyla ulaşacaklarına inanırlar. Dolaylı anlatım yolunu
benimsemişlerdir. Klasik düşüncede sanatın tipik ve evrensel gerçeği yansıttığı,
romantikteyse asal ve tanrısal gerçeği yansıttığı söylenir.

Klasik sanat nesnel bakarken,romantik sanat öznel bakar. Klasikte inandırıcılık
önemliyken ,romantikte illüzyon yani yanılsama söz konusudur. Klasik sanat akla
sağ duyuya yönelmekteyken romantik sanat duygular bu duyguların verdiği coşkulara
yönelmektedir. Klasik sanat akılcı,ahlakçı,eğitici iken romantik sanatta bütünle
uzlaşma aklın yalnız yeterli olamayacağı hakimdir. Romantizmde tiyatro seyircisi
duygulanmalıdır. Duygulanma,acı çekme seyirciye zevk verir ilkesi hakimdir.
Klasiklerin yanı sıra romantik yazarlar Shakespeare ‘e hayrandırlar. Romantik
akım birey vicdanına ışık tutmuş insanı uygarlaştırmıştır. Biçimsel kısıtlamaları
aşma ve düş gücüne özgürlük verir.

Ülkemizde Namık Kemal ‘in Celalleddin Harzemşah adlı oyunu ilk romantik tiyatro
oyunumuzdur. Romantizmin en önemli habercisi Fransız filozof ve yazar Jean Jacques
Rousseau'dur. Ama İngiliz yazarlar William Wordsworth ve Samuel Taylor Coleridge'nin
1790 yılında birlikte yayınladığı Lirik Balatlar adlı eser romantizmin bildirgesi
sayılır. Yine İngiltere'de William Blake, Almanya'da Friedrich Hölderlin, Johann
Wolfgang von Goethe, Jea Paul, Novalis, Fransa'da Chateaubriand ve Madame de
Stael ilk romantizm temsilcileridir. Victor Hugo, Alphonse de Lamartine, Alfred
de Vigny, Nodier, Soumet, Deschamp, Alfred de Musset, büyük romantik yazarlardır.

REALİZM:

Resim ve heykel sanatlarında,günlük yaşamı ve sorunlarını olduğu gibi ve ayrıntılarıyla
biçimlemeyi amaçlayan anlayıştır. Bu akımı en iyi şekilde tanımlayan ressam
Gustave Courbet “Ben hiç melek resmi yapmadım,çünkü hiç melek görmedim.” demiştir.
Gerçekçilik 19. yy.’ın ikinci yarısında çıkmış olan popüler tiyatro ve romantik
tiyatroya karşı bir akımdır. Nasıl ki romantizm klasizme bir başkaldırı niteliğinde
ise gerçekçilik yani realizm ise, hem klasizme hem de romantizme bir başkaldırıdır.
Romantizmin dramatik biçimlere,kalıplara karşı olan tutumu elbette realizmin
yolunu açmıştır Bu akım 19 yy. Avrupası’nda görülen toplumsal,ekonomik değişimlerden
oldukça etkilenmiştir Amaç, sanatı klasik ve romantik akımların yapaylığından
kurtarmak, çağdaş eserler üretmek ve konularını öncelikle yüksek sınıflar ve
temalarla ilgili değil, toplumsal sınıflar ve temalar arasından seçmekti. Realizmin
amacı, günlük yaşamın önyargısız, bilimsel bir tutumla incelenmesi ve bir bilim
adamının klinik bulgularına benzer nesnel bir bakış açısıyla ortaya konmasıdır
. Fizik kuralları artık hakimdir. Örneğin Darwin’in türlerin kökeni,insan evrimi
,doğal seleksiyom yazarların esin konusu olmuştur. Fizyoloji’de Claude Bernard
, psikoloji’de Sigmund Freud isim yapmıştır. Tiyatro yazarları arasında İbsen,
Hauptmann ,George Bernard Shaw ve Çehov’u sayabiliriz. Realizmde dramatik olan
insanın yaşamını sürdürebilmesi için verdiği savaştır. İnsan varlığını sürdürmek
ve onurunu korumak için çetin bir savaş vermek zorundadır ve ne kadar gözü pek
olursa olsun o savaşa yenik düşecektir.

Realizmle romantizmde var olan yaşamdan kopukluk,toplumsal sorunlara ilgisizlik
,hastalıklı duygusallık,yapaylığa karşı çıkılıp;toplumsal sorunlara özellikle
eğilerek çağdaş tiyatronun temelleri atılmıştır. . Endüstrileşmenin ve güçlenen
kapitalizmin sonuçlarıyla beslenmiştir. Bu dönemde köyden kente göç , sendika
,işçi hakları ,yoksulluk vb. gibi insana dair toplumsal sorunlar varken romantizmin
deyim uygunsa suyu çıkmıştır. İdealist felsefeden materyalist felsefeye geçilmiştir
artık. Romantizm düşsel olanı,gerçekçilik ise somut olanı tüm gerçekçiliğiyle
göstermektedir. Ayrıca bu gerçekleri gösterirken realistler tüm acılığıyla çirkinliğiyle
göstermekten hiç çekinmemişleridir. Gerçekçilikte kolay çözümlemelerden kaçınılır
ve bir durum her yönü ile tartışılır. Tiyatro yazarlarının seyircisinden beklentisi
oyundan gerçekmiş gibi etkilenmesi bunu yaparken de bir oyun izlediğinin bilincine
varmasıdır. Sahnede illüzyon önemli bir yer taşımaktadır. Seyirci gördüklerine
inanmazsa olayı bilimsel olarak alamaz.

Bu dönemin kendi uygulamalarıyla gerçekçi tiyatronun kuramını yaratan Sranislavsky
her şeyden önce yapay oyunculuğa,tiyatrosallığa dış kalıpların ezberlenerek
yinelenmesine karşıdır. Modern tiyatro bize ne kazandırmalıdır? Stanislavsky’e
göre yaşamın yalnızca yansıması verilmemeli;korkunç,gizli bir gerilim içinde
yaşamda var olan her şey yansıtmalı;sanki günlük yaşammışçasına yalın ama gerçekte
tüm coşkuların soyutlaştırıldığı ve canlı tutulduğu kesin ,ışıklı imgelerle
canlandırılmalıdır. Bilinçaltı yaratıcılığını harekete geçirmek için sihirli
eğer formülü geliştirmiştir. Çok önemli olan bir nokta var ki “ deneme yanılma
yöntemi ile geliştirilen bu sihirli eğer çalışmasında oyuncu kendi iç gerçeği
ile dış hareket arasındaki bağıntıyı önce kendinde inceliyor sonra canlandırdığı
oyun kişisinde görmeye çalışır.” Çalışmalar sırasında akıl uyanık! Sıradan günlük
bir olayı sahnede yapmak: Othello’nun kendini öldürdüğü hançerin kartondan olması
önemli değil;kendisini öldürmeye iten duyguları haklı gösterebilmesi önemlidir.
İçten dışa aksiyon söz konusudur. İnanç gerçeklikten ayrılamaz.

Bu akımın iki güçlü temsilcisi Gustave Flaubert'in Madame Bovary adlı romanı
ile Emile Zola'nın Nana adlı romanında cinsellik ve şiddet edebi bir mikroskop
altında incelenerek olanca çıplaklığıyla ortaya konulmuştur. Realizm felsefesinin
altında güçlü bir felsefi belirlenimcilik yatar. Fransız edebiyatında Flaubert,
Zola'nın yanısıra Honore de Balzac, Stendhal, Rusya'da Lev Tolstoy, İvan Turgenyev,
Fyodor Dostoyevski, İngiltere'de Charles Dickens ve Anthony Trollope, Amerika'da
Theodore Dreiser, İrlanda'da James Joyce realizmin önemli temsilcileridir. Realizm,
20. yüzyıl romanının gelişimini de önemli ölçüde etkilemiştir.

PARNASİZM

Klasizm, romantizm ve realizmin bütününe tepkili bir akımdır. Temel kuralı "sanat
sanat içindir" diye özetlenebilir. Aslında realizmin katı toplumculuğu
ve gerçekçiliğine bir karşı çıkıştır. Daha çok şiirde kendini gösterir. Sanatsal
biçim ve sanatsal içerik kaygısı ön plandadır. Ölçülü ve nesnel bir anlatım,
teknik kusursuzluk ve kesin betimlemeler kullanılır. Parnas şiir için "biçimciliği
amaçlayan" şiir tanımı da kullanılabilir. Parnasizm, bir yönüyle kendisinden
sonraki doğalcılığa da kaynaklık yapmıştır. Zengin bir dil, zengin bir biçim,
zengin ve yoğun bir duygusallık işlenir. 1830'lu yıllarda ortaya çıkmıştır.
Theophile Gautier'in şiirlerini, Theodore de Banville, Leconte de Lisle izlemiştir.
Parnasizm, edebiyat tarihinde Leconte de Lisle ile özdeşleştirilir. Adarını
Louis Xavier de Richard ile Catulle Mendes'in hazırlayıp Alphonse Lemerre'in
bastığı Le Parnasse Contemporain (Çağdaş Parnasçılık) adlı eserden almıştır.

DOĞALCILIK

19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında etkili olmuştur. Doğa bilimlerinin, özellikle
de Darwinci doğa anlayışının ilke ve yöntemlerinin edebiyata uyarlanmasıyla
gelişmiştir. Edebiyatta gerçekçilik geleneğini daha da ileri götüren doğalcılar,
gerçekleri ahlaksal yargılardan, seçici bir bakıştan uzak bir anlatımla ve tam
bir bağlılıkla anlatmayı amaçlar. Doğalcılık, bilimsel belirlenimciliği benimsemesiyle
gerçekçilikten ayrılır. Doğalcı yazarlar, insanı ahlaksal ve akılsal nitelikleriyle
değil, rastlantısal ve fizyolojik özellileriyle ele alır. Doğalcı yaklaşıma
göre, çevrenin ve kalıtımın ürünü olan bireyler, dıştan gelen toplumsal ve ekonomik
baskılar altında ezilir, içten gelen güçlü içgüdüsel dürtülerle davranırlar.
Yazgılarını belirleyebilme gücünden yoksun oldukları için yaptıklarından sorumlu
değillerdir.

Doğalcılığın kuramsal temelini Hippolyte Taine'in Historei de la Litterature
Anglaise (İngiliz edebiyatı tarihi) adlı eseri oluşturur. İlk doğalcı roman
Goncourt kardeşlerin bi hizmetçi kızın yaşamını inceleyen Germinie Lacarteux
adlı yapıtıdır. Ama Emile Zola'nın Le Roman Experimental (Deneysel Roman) adlı
eseri akımın edebi bildirgesi sayılır. Zola'nın yanısıra Guy de Maupassant,
J. K. Huysmans , Leon Hennique, Henry Ceard, Paul Alexis, Alphonse Daudet doğalcı
yapıda eserler veren yazarlardır.

SEMBOLİZM

19. yüzyılın sonlarında Fransa'da ortaya çıkmış ve 20. yüzyıl edebiyatını önemli
ölçüde etkilemiştir. Bireyin duygusal yaşantısını dolaysız bir anlatım yerine
simgelerle yüklü ve örtük bir dille anlatmayı amaçlar. Simgecilik, geleneksel
Fransız şiirini hem teknik hem de tema açısından belirleyen katı kurallara bir
tepki olarak başladı. Simgeciler, şiiri açıklayıcı işlevinden ve kalıplaşmış
bir hitabetten kurtarmayı, insanın yaşantısındaki anlık ve geçici duyguları
betimlemeyi amaçladı. Simgeciler, dile getirilmesi güç sezgi ve izlenimleri
canlandırmaya, şairin ruhsal durumunu ve gerçekliğin belirsiz ve karmaşık birliğini
dolaylı biçimde yansıtacak özgür ve kişisel eğretileme ve imgeler aracılığıyla
varoluşun gizemini aktarmaya çalıştılar. Simgeci şiirin başlıca temsilcileri
Charles Baudelaire 'nin şiir ve görüşlerinden fazlaca etkilenen Fransız Stephane
Mallarme, Paul Verlaine, Arthur Rimbaud'dur. Diğer temsilcileri ise Jules Laforgue.
Henry de Regnier, Rene Ghil, Gustave Kahn, Belçikalı Emile Verhaeren, ABD'li
Stuart Merrill, Francis Viele Griffin'dir.

İDEALİZM

Dünyayı ve varoluşu bilinç ve düşünceye öncelik vererek açıklama öğretisinin
temel olduğu felsefi akımın edebiyattaki uzantısıdır. İdealist felsefenin tüm
özellikleri edebi eserlerde yer alır. 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır.
Bireyci dünya görüşü ve simgecilik akımına bir tepki olarak doğmuştur. Çağcıl
yaşamın artık makineleşen toplumları ve alabildiğine serpilip gelişen kentleriyle
bireyi topluluk içinde yaşamaya zorladığını vurgulayan idealizm, bir arada yaşamanın
yarattığı ortak kanı ve duyguları dile getirmeyi amaçlamaktadır. Topluluk bilincini
ve bu bilince göre bireyin varoluşunu, yaşamı belli belirsiz yönlendiren kimi
tinsel gerçekleri betimlemeyi ön planda tutar. En büyük temsilcisi Fransız yazar
Jules Romains'tir. Bu akımın temelleri Romains'le Chenneviere'nin yazdığı Petit
Traite de Versification (Şiir üzerine küçük inceleme) ve Georges Duhamel'le
Charles Vildrac'ın kaleme aldığı Notes su la technique poetique (Şiir tekniği
üzerine notlar) adlı eserlerde ortaya konulmuştur.

GELECEKÇİLİK

20. yüzyılın başlarında İtalya'da ortaya çıkmıştır. Edebiyatta devrim ve dinamizmi
vurgulayan akım olarak değerlendirilir. İtalyan şair, romancı, oyun yazarı ve
yayın yönetmeni Filippo Tommaso Marinetti'nin 1909'de Paris'te Le Figaro gazetesinde
yayınladığı bildiri ile ortaya çıktı. Bildiride, "Bizler müzeleri, kütüphaneleri
yerle bir edip ahlakçılık, feminizm ve bütün yararcı korkaklıklarla savaşacağız"
deniyordu. Bu geçmişin bütünüyle reddi demekti. Aynı bildiride, "Biz dünyadaki
gerçekten sağlıklı tek şeyi, yani savaşcı ve ölüme götüren güzel düşünceleri
yüceltiyoruz" sözleri, siyasal alanda o dönemde gelişen faşizm'den yana
bir tavrın da açık göstergesiydi.

Gelecekçiliğin kurucusu Marinette Avrupa'dan birçok yazarı etkilerdi. Rusya'da
Velemir Hlebinikov ve Mayakovski gelecekçiliğe yöneldi. Rus gelecekçiler kendi
bildirgelerini yayınladı. Puşkin, Tolstoy, Dostoyevski reddedildi. Şiirde sokak
dilinin kullanılması istendi. 1917 Ekim devriminden sonra da gelecekçi akım
güçlendi. Mayakovski'nin ölümüne kadar etkisini sürdürdü. İtalya'daki gelecekçiler
ilk şiir antolojisini 1912'de yayınladı. İtalya'nın 1. Dünya Savaşı'na girmesini
ve Mussolini'yi savunuyorlardı. Onunla birlikte hapsedildiler. Gelecekçilik
faşizm ile özdeşleşti. Ve 1920'lerin ortalarına doğru etkisini yitirdi. Eserlerinde
mantıklı cümleler kurmayı reddeden gelecekçilerin parolası, "sozcüklere
özgürlük"tü. Ezra Pound, D. H. Lawrence ve Giovanni Papini bu akımdan etkilenin
yazar olarak sayılabilir.

DADAİZM

Jean Arp, Richard Hülsenbeck, Tristan Tzara, Marcel Janco ve Emmy Hennings'in
aralarında bulunduğu bir grup genç sanatçı ve savaş karşıtı 1916 yılında Zürih'te
Hugo Ball'in açtığı cafe'de toplandı. Fransızca'da oyuncak tahta at anlamına
gelen "Dada" akımın ismi olarak seçildi. Bildirisi de burada açıklandı.
Bu akım, dünyanın, insanların yıkılışından umutsuzluğa düşmüş, hiçbir şeyin
sağlam ve sürekli olduğuna inanmayan bir felsefi yapıdan etkilenir. 1. Dünya
Savaşı'nın ardından gelen boğuntu ve dengesizliğin akımıdır. Kamuoyunu şaşkınlığa
düşürmek ve sarsmak istiyorlardı. Yapıtlarında alışılmış estetikçiliğe karşı
çıkıyor, burjuva değerlerinin tiksinçliğini vurguluyorlardı.

Toplumda yerleşmiş anlam ve düzen kavramlarına karşı çıkarak dil ve biçimde
yeni deneylere giriştiler. Çıkardıkları çok sayıda derginin içinde en önemlisi
1919-1924 arasında yayınlanan ve Andre Breton, Louis Aragon, Philippe Soupauld,
Paul Eluard ve Georges Ribemont-Dessaignes'in yazılarının yer aldığı Litterature'dü.
Dadacılık 1922 sonrasında etkinliğini yitirmeye başladı. Dadacılar gerçeküstücülüğe
yöneldi.

VAROLUŞÇULUK

Yirminci yüzyılın ilk yarısının sonlarına doğru Fransa'da ortaya çıktı. Öncelikle
bir felsefi akımdır. En önemli temsilcileri Martin Heidegger, Karl Jaspers,
Jean-Paul Sartre, Gabriel Marcel ve Maurice Merleau-Ponty olmuştur. Felsefi
bakımdan temelleri ise bunlardan önce Nietzsche, Kierkegaard, ve Husserl gibi
düşünürler tarafından atılmıştır. Varoluşçuluk 4 temel fikri savunur: 1) Varoluş
her zaman tek ve bireyseldir. Bu görüş bilinç, tin, us ve düşünceye öncelik
veren idealizm biçimlerinin karşıtıdır.

2) Varoluş, öncelikle varoluş sorununu içinde taşır ve dolayısıyla varlık'ın
anlamının araştırılmasını da içerir.

3) Varoluş insanın içinden bir tanesini seçebileceği bir olanaklar bütünüdür.
Bu görüşher türlü gerekirciliğin karşıtıdır.

4) İnsanın önündeki olanaklar bütünü öteki insanlarla ve nesnelerle ilişkilerinden
oluştuğundan varoluş her zaman bir "dünyada var olma"dır. Bir başka
deyişle insan her zaman seçimini sınırlayan ve koşullandıran somut tarihsel
bir durum içindedir.

Varoluşçuluğun etkileri çağdaş kültürün çeşitli alanlarında görüldü. Kierkegaard'ı
izleyen Franz Kafka, Das Schools, Şato, Der Prozess, Dava adlı eserlerinde insanın
varoluşunu bir türlü ulaşamadığı istikrarlı, güvenli ve parlak bir gerçeklik
arayışı olarak betimledi. Çağdaş varoluşçuluğun özgün temaları, Sartre'ın oyunları
ve romanlarında, Simone de Beauvoir'in yapıtlarında, Albert Camus'nün roman
ve oyunlarında, özellikle de L'Homme revolte (Başkaldıran İnsan) adlı denemesinde
işlendi.

-------------------------------------------------------------------------------------------------

Batı tiyatrosu bugün de genel olarak Stanislavski'nin sahne düzeni ve oyunculuk
anlayışına dayalı bir gerçekciliği sürdürmekle birlikte, 20. yüzyılın ilk yarısında
dışavurumculuk, gelecekçilik ve Bertolt Brecht'in epik tiyatrosu gibi gerçekçilik
karşıtı akımlar da etkili oldu. Bu akımların hepsi farklı amaçlar ve yöntemlerle
de olsa, sanatın gerçeği yansıttığı düşüncesine karşı çıktılar; doğallık yanılsamasını
kırarak sanatın doğal değil yapılmış bir şey olduğunu savundular. Geliştirdikleri
deneysel teknikler tiyatroyu bir vakit geçirme ve eğlenme aracı olmaktan çıkardığı
için de çoğu zaman seyirci çekemedi, hatta skandallara yol açtı. Bu yeni akımların
bir başka özelliği de, oyun yazarları kadar sahne tasarımcıları ve yönetmenlerin
de öne çıkması, kuramcı kimliğini kazanmalarıydı.

Derleyen : Bülent AYDOĞAN

Güzel SanatLar Fakülterine Giriş tarihleri

Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Özel Yetenek Sınavı Yapılacaktır
Ön Kayıt: 16-27 Ağustos 2010
Kontenjan, başvuru tarihleri, sınav tarihleri, başvuru koşulları ve istenecek belgeleri öğrenme için tıklayınız
Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Özel Yetenek ve Burs Sınavı Yapılacaktır
Ön Kayıt: 12 Temmuz – 1 Ağustos 2010
Kontenjan, başvuru tarihleri, sınav tarihleri, başvuru koşulları ve istenecek belgeleri öğrenme için tıklayınız
Mimar Sinan Üniversitesi Özel Yetenek Sınavları
Yetenek Sınavı için başvuru ve ön kayıt: 09-10-11-12-13 Ağustos 2010Yetenek Sınavının Baraj Sınavı: 17-18 Ağustos 2010Kontenjan, başvuru tarihleri, sınav tarihleri, başvuru koşulları ve istenecek belgeleri öğrenme için tıklayınız
Kocaeli Üniversitesi Resim-Müzik Öğretmenliği için Özel Yetenek Sınavı Yapılacaktır
Ön Kayıt: 23-31 Ağustos 2010 Arası (30 Ağustosta kayıt yok)
Sınavlar: 1-7 Eylül 2010
Kontenjan, başvuru tarihleri, sınav tarihleri, başvuru koşulları ve istenecek belgeleri öğrenme için tıklayınız
İnönü Üniversitesi Resim-Müzik Öğretmenliği için Özel Yetenek Sınavı Yapılacaktır
Başvuru Tarihi:  24-25-28-29-30 Haziran 2010
Kontenjan, başvuru tarihleri, sınav tarihleri, başvuru koşulları ve istenecek belgeleri öğrenme için tıklayınız 
Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Özel Fakültesi için Yetenek Sınavı Yapılacaktır
ÖN KAYIT : 11-12-13 Ağustos 2010
SINAV : 16 Ağustos 2010
SINAV SONUÇLARININ İLANI : 17 Ağustos 2010
Kontenjan, başvuru tarihleri, sınav tarihleri, başvuru koşulları ve istenecek belgeleri öğrenme için tıklayınız
Afyon Kocatepe Güzel Sanatlar Fakültesi için Özel Yetenek Sınavı Yapılacaktır
Ön Kayıt                                                                               : 09-20 Ağustos 2010
Birinci Aşama Eleme Sınavı                                               : 24 Ağustos 2010
Birinci Aşama Eleme Sınav Sonuçları Duyurusu            : 24 Ağustos 2010
İkinci Aşama Seçme Sınavları                                            : 25 Ağustos 2010
Kesin Sonuçların Duyurulması                                          : 25 Ağustos 2010
Asıl Liste Kesin Kayıtlar                                                     : 31 Ağustos-03 Eylül 2010
Yedek Liste Kayıtları                                                         : 04-07 Eylül 2010
Kontenjan, başvuru tarihleri, sınav tarihleri, başvuru koşulları ve istenecek belgeleri öğrenme için tıklayınız
Atatürk Üniversitesi Özel Yetenek Sınavları Yapılacaktır
Kontenjan, başvuru tarihleri, sınav tarihleri, başvuru koşulları ve istenecek belgeleri öğrenme için tıklayınız

25 Aralık 2010 Cumartesi

PLASTİK SANATLAR TEKNİSYENİ
__________________________________________________ _______________
TANIM Bir olay, düşünce veya duyguyu iki veya üç boyutlu olarak tasarlayan ve bunu resim ve heykel gibi sanat alanlarına uyarlayan sanatçılara yardımcı ara elemandır.

GÖREVLER - Üç boyutlu tüm şekillerin tasarım ve uygulama çalışmalarında bulunur, - Tam oyma, rölyef-kabartma tasarım ve uygulamalarında bulunur, - Çeşitli resim teknikleri ile dekoratif ve özgün resimler yapar.

KULLANILAN ALET VE MALZEMELER Tasarım çalışmalarında; teknik resim ve özgün resim gereçleri, mukavva, kağıt çeşitleri, cam ve gereçleri, seramik ve gereçleri, PVC ve gereçleri ile elektrikli el aletleri (matkap, dekopaj, testere, kaynak makinesi) Heykel çalışmalarında; kil ve modelaj kalemleri, seramik çamuru ve alçı kalıpları, taş ve oyma kalemleri, metal ve döküm tekniği gereçleri ve bunların yanı sıra silikon ve kalıp alma gereçleri gibi çeşitli malzemeler. Resim çalışmalarında; desen ve etüt uygulamalarında kurşun kalem, füzen, pastel boya, sulu boya, guaj boya, yağlı boya ve grafik tekniklerde gerekli malzeme ve gereçler kullanılır.

MESLEĞİN GEREKTİRDİĞİ ÖZELLİKLER
Plastik sanatlar teknisyeni olmak isteyenlerin; - El becerisi gelişmiş, - Tasarım yeteneğine sahip,- Şekiller arasındaki fark ve benzerlikleri görebilen, - Renk algısı gelişmiş, - Gözleri çok iyi görebilen, - Yeniliklere ve farklı kültürlere açık kimseler olmaları gerekmektedir. El ve gözlerdeki özürler mesleğin yürütülmesini engeller.

ÇALIŞMA ORTAMI VE KOŞULLARI Plastik sanatlar teknisyeni genellikle büro, atölye vb. kapalı ortamlarda çalışırlar. Birinci derecede malzemelerle ilgili olup, çalışırken meslektaşlarıyla, iç mimarlarla, grafikerlerle, tasarımcılarla, desinatörlerle, dekoratörlerle, seramikçilerle, ressamlarla ve doğrudan kendi müşterileri ile ilişkide bulunurlar ve çalışma gün ve saatleri düzensizdir.

ÇALIŞMA ALANLARI VE İŞ BULMA OLANAKLARI Plastik Sanatlar Teknisyeni, seramik atölyelerinde, heykel atölyelerinde, tasarım atölyelerinde, iç mimarlıkla ilgili bürolarda, mobilya tasarım ve imalatı yapan işyerlerinde ve resim atölyeleri gibi işyerlerinde çalışmaktadırlar ve rahatlıkla kendi işyerlerini açabilmektedirler. Bu bölüme alınan öğrenci sayısının az olması da iş bulmayı kolaylaştıran unsurlardan biridir. Bu mesleğin istihdam durumu toplumun refah düzeyi ile yakından ilgilidir ve bu nedenle de fazla öğrenci mezun edildiği taktirde işsizlik başgösterecektir. Şu an için yılda 20 civarında olan öğrenci sayısı ekonomik gelişmelere paralel olarak artırıldığı taktirde istihdam sorunu yaşanmayaktır. Kendini yetiştirmiş, sanatsal yetenek ve yaratıcılık özelliğine sahip meslek mensuları iş piyasasında oldukça iyi bir yer edinmişerdir.

MESLEK EĞİTİMİNİN VERİLDİĞİ YERLER
Mesleğin eğitimi; Anadolu meslek liselerinin Plastik Sanatlar bölümünde verilmektedir.

MESLEK EĞİTİMİNE GİRİŞ KOŞULLARI
İlköğretim okulu mezunu olmak ve Ortaöğretim Kurumları Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sınavını kazanmak gerekmektedir.

EĞİTİMİN SÜRESİ VE İÇERİĞİ
Eğitimin süresi 1 yıl hazırlık olmak üzere 4 yıldır. Eğitim Süresince; Temel Sanat Eğitimi, Doğal ve yapay objelerden etüt uygulamaları, Modelden ve insan figürlerinden heykel etüt uygulamaları, desen ve konulu kompozisyonlar, Tam oyma ve kabartma heykel uygulamaları, Modelden ve canlı modelden etüt uygulamaları, Konulu heykel kompozisyonları, anıt proje, Maket ve anıt heykel uygulamaları, bilgisayar ile çeşitli tasarım uygulamaları, seramik süsleme tasarımları, üç boyutlu modül ve kompozisyonu tasarımları ve uygulamaları, oyuncak tasarım ve uygulamaları, asosyatif kompozisyon uygulamaları eğitim sürecinin içeriğini oluşturur. Eğitim süresince öğrencilere Meslek Bilgisi, Genel Sanat Tarihi, Bilgisayarla Tasarım, Çağdaş Sanat ve Sanat Yorumu dersleri ile Atölye dersleri olarak da, Tasarım ve Uygulama, Heykel Sanatı ve Resim verilmektedir. Tüm bunların dışında Türkçe, Din Kültürü, Fizik, Kimya, Ahlak Bilgisi, Tarih, Coğrafya, Matematik, Biyoloji, Sağlık Bilgisi ve felsefe ile seçmeli ders olarak da, İşletme Bilgisi, İş Güvenliği, Girişimcilik, Organizasyon ve İş etüdü, Standardizasyon ve Kalite, İnsan İlişkileri, Bilgisayar ve Kooperatifçilik dersleri verilmektedir. MESLEKTE İLERLEME Meslek liselerinin plastik işleme bölümünden mezun olanlar Boya Teknolojisi, Endüstri Bitkileri Yetiştirme ve Değerlendirme, Fermantasyon, Hasat Sonrası Teknolojisi, Boya ve İzolasyon Uygulama Teknikleri, Kağıt ve Kağıt İşleme Teknolojisi, Selüloz ve Kağıt Teknolojisi, Kimya, Kimya Teknolojisi, Kozmetik Teknolojisi, Lastik Teknolojisi, Lastik – Plastik, Maden, Pancar Yetiştiriciliği ve Şeker Teknolojisi, Petrol Sondajı ve Üretimi, Plastik Teknolojisi, Rafineri ve Petrokimya, Selüloz ve Kağıtçılık, Tarımsal Laboratuar, Tıbbi ve Aromatik Bitkiler, Yağ Endüstrisi ön lisans programlarına sınavsız geçiş için başvurabilirler. Gereken koşullara sahip oldukları takdirde yerleştirilebilirler.

24 Aralık 2010 Cuma

DOSTLUK üzerine

Dostluk her hafta 3-5 kere görüşmek değildir...

1 ay, 1 sene, 5 sene seni aramayan, senin de aramadığın bir insani birden bire arayıp, dertleşmek, hatır sormak istersen ve o insan da seni geri çevirmez ve sanki daha daha konuşmusun gibi kaldığınız yerden konuşmaya devam ederse, ve daha da önemlisi bu 1 ay, 1 sene, 5 sene ayrılığa rağmen bu insanın başı gerçekten sıkıştığında yardımına koşacak ilk insanlardan biriysen ve aynı şekilde onun da öyle oldugunu biliyorsan EMIN OL KI..... O kişi senin dostundur... Sen de O'nun...

" Her tür ilişki avuç içinde duran kum taneleri gibidir. Avucumuzu sıkmadan, gevşekce tutarsak, kum taneleri kaymaz, durur.

Avucumuzu kapatıp, sıkmaya başladığımız an kum taneleri parmaklarımızın arasından akmaya baslar. Bir kısmını tutmayı basarsanız da, çoğu akıp gider.

İlişkiler de böyledir. Esneklik varsa, diğer insana saygı duyuluyor ve özgürlük tanınıyorsa ilişkiler bozulmaz. Ama diğer insanı çok bunaltırsanız ilişki de yavaş yavaş bozulur ve biter.

Hayatta pek cok insanla karşılaşırsın Ama sadece gerçek dostlar senin kalbinde bir iz bırakır.
                                                                                                                                               B.A

22 Aralık 2010 Çarşamba

TÜRK EL SANATLARI

Geleneksel El Sanatları

    İnsanoğlunun çağlar boyunca izlediği gelişim süreci incelendiğinde, ortaya çıkan, el sanatlarının hep bir ihtiyacı karşılamak üzere üretildiği sonucuna varılır.
Anadolu topraklarında üretilen el sanatları için de bu durum geçerlidir. Anadolu insanı, yün, pamuk, tiftik, keten gibi hammaddelerden barınağını (çadırını), dolabını (çuvalını), yaygısını, bebeğini taşıyacağı malzemeyi (çarpana) dokumuştur ve dokuduğunu kesip dikerek giysisini yapmıştır. Ahşap, maden, cam, deri, toprak, kemik ve boynuz gibi maddeleri de beceriyle şekillendirip mutfak araçlarını, tarım ve hayvancılıkta kullanacağı aletleri, mobilyasını ve süslerini tasarlayıp üreterek ve ürettiğini kullanarak yaşamını sürdüre gelmiştir.
Bir ulusun kültür değerlerini en iyi yansıtan öğeler olan el sanatları, asırlar boyu toplumların sanat anlayışlarını ve yaşam tarzlarını aktarmada etkin bir rol oynamıştır. Aynı zamanda eğitim, bilim, teknik ve diğer alanlardaki gelişme düzeyi ile el sanatlarındaki gelişim düzeyi paralellik gösterir.
İnsan topluluklarının ürettikleri ürünlerin el sanatları içinde değerlendirilebilmesi için; estetik değerler taşıması, o topluluğun duygu ve düşüncelerini yansıtabilmesi, maddi karşılığı olmadan üretilmiş olması, eser halinde ortaya çıkışından sonra çevresinde bir takım gelenek ve görenekler meydana getirmiş olması gerekir.
Anadolu birçok uygarlığa beşiklik ettiği ve bu uygarlıkların kültür varlıklarını yeni bir sentez içinde sürdürerek her köşesinde yaşatmakta ve bu nedenle Anadolu el sanatlarının kökleri çok eskilere gitmektedir.


21 Aralık 2010 Salı

Ebru Sanatı

…Ebru Sanatı(Tarihsel Gelişim)
Kağıt bezeme sanatlarının en mühimlerinden olan ebruculuğun hangi tarihten beri bilindiğini kesinlikle söylemek, bugün için imkansızdır; böyle bir belgeden mahrumuz. Gerçi çok eski tarihli kitap ciltlerinde bile yan kağıdı (kapak ile kitabı birbirine bağlayan kağıt) olarak ebru’yu görmekteyiz. Ancak bu eserlerin yazıldıkları tarih bilinse bile, bizim için, ebru’ya dair bir belge sayılamaz. Çünkü böyle eski yazmalar, yüzyıllar botunca hiç değilse birkaç defa tamir görüp yenilenmiştir. Bu ebru kağıtlarının da o tamir sırasında konulmuş olması muhtemeldir; yani kitabın tarihinden çok sonraya ait olacağı akla gelir. Üzerinde yazıldığı tarih kayıtlı olmak şartıyla bir hat örneği ihtiva eden ebru kağıtları, zamanı göstermek bakımından bir vesika hükmündedir. Görebildiklerimiz içinde tarihi olan en eski ebru kağıdı 962 H. (1554) yılına ait bir Malik’i Deylemi yazısıdır.
Ebru’nun başlangıç tarihini bulmak için hiç değilse Onbeşinci Asır’a kadar inilebilir. Ancak, bir sanatın gelişmesi ve kabul görmesi için yüzlerce yıl geçmesi gerektiğini ve kayıtlarda da detaylı bir arama yapılmadığını düşünürsek bu sanatın çok daha eskilere dayanan bir geçmişi olduğunu kabul etmemiz gerekir. Ayrıca, ebru kelimesinin Farsça’daki EBRİ kökünden geldiğini iddia edenler olsa da, bu kelimenin kullanılmasından yıllar öncesinde, Türkistan’da EBRE kelimesinin çok yakın anlamda kullanıldığı bilinmektedir. Yani kelimenin Farsça’ya zamanın Türkçe‘sinden geçmiş olma olasılığı yüksektir. Osmanlı’nın son devirlerinde yaşamış olan Üsküdarlı Şeyh Sadık Efendi, Ebru Sanatı’nın inceliklerini öğrenmek için Buhara’ya gitmiştir. Bu da, Ebru Sanatı’nın Orta Asya kökenli olduğuna dair güçlü bir kanıttır

NİÇİN TÜRK EBRUCULUĞU

Ebru kağıdının batı ismi Türk Kağıdı veya Türk Mermer Kağıdıdır. Avrupa’da ebru üzerine yapılan meşriyatı’da içine alan “Buntpaper” (alacalı kağıt) isimli eserin girişinde, ebru’nun Türkistan’dan çıkmış olduğu belirtiliyor. Bizdeki ebru sanatkarları arasında söylenegelen rivayette, ebruculuğun gerçekten Buhara’da başladığı şeklindedir. Ebru sonra Büyük İpek yolu ile İran üzerinden Türkiye’ye Ebru ismini alarak gelir. Ebru Sanatı’nın günümüze ulaşmasında, Üsküdarlı Şeyh Sadık’ın büyük payı vardır. Onun devamında, Hezarfen Edhem Efendi, Necmeddin Okyay ve Mustafa Düzgünman, bir yandan sanattaki geleneği korumuş, aynı zamanda da ebru çeşitlerini tanzim ederek Ebru’yu güçlü bir sanat haline getirmişlerdir. Ebru Sanatı ile ilgili yazılmış ilk eser, Tertib-i Risale-i Ebri adını taşır ve 1608 tarihlidir. Basitçe ebru yapımından ve ebru sanatçılığından bahseder.
Osmanlı’da ise Şebek Mehmed Efendi’den sonraki en önemli Ebru Sanatçısı, Hatip Ebrusu’na da adını veren İstanbullu Hatip Mehmed Efendi’dir.Aynı zamanda hattat olan sanatçı, Ayasofya Camii’nde hatiplik yapmış ve 1773 yılında vefat etmiştir.
EBRU NE DEMEKTİR?

Ebru kağıdı üstünde buluta benzeyen renk kümeleri meydana gelmektedir. Bu yüzden bulutumsu bulut manasına gelen Farsça Ebri adının alan kağıtlar, yüzyıllar boyunca böyle anılmıştır. Ancak ebru kelimesi daha ahenkli bulunduğu için, sanat isim değiştirmiş ve galat olarak ebru kağıdı veya ebruculuk denilmeye başlanmıştır. EBRU: [(Aslı: Farsça Ebri = bulut renginde ve daha doğrusu, Çağatayca Ebre = Roba(elbise) yüzü kürk kabı]. Hare gibi dalgalı ve damarlı (kumaş kağıt v.s.) = (isim) Cüz ve defter kağıdı yapmak için kullanılan renkli kağıt. Ebru kelimesinin asıl olarak Ab-ru’dan geldiğini, bunun ise Fars dili kaidesine göre izafet terkibi manası ile yüzsuyu demek olmayıp, tavsifi terkip karşılığı suyüzü manası taşıdığını, çünkü bu sanatın suüstünde icra edildiğini söyleyenler de vardır.
Kağıt üzerinde mermerdekine benzer damarlar görüldüğü için, Avrupalılar ebru kağıdına mermer kağıdı ( = papier marbre, marmor papieri marbled paper….) demeyi tercih etmişlerdir. Arap aleminde ise varaku’I-mücezza ( = damarlı kağıt) olarak tanınmıştır. Kâğıt süsleme sanatlarının en önemlilerinden biri… Bütün Osmanlı sanatlarında olduğu gibi usta-çırak usulü ile öğrenilen ve sanatçının iradesi dışında birçok değişkenden etkilenen bir sanatır.
Ebru; renklerin suyla dansının yarattığı bir ahenktir aslında. Bazı kaynaklar ebrunun, yüz suyu anlamına gelen “ab-ı ru” sözcüğünden, bazı kaynaklar ise Orta Asya dillerinden Çağatayca’da hareli görünüm, damarlı kumaş ya da kağıt anlamına gelen “ebre”den geldiğini söylese de en yaygın kanı, kelimenin kökeninin Farsça; bulutumsu, bulut gibi anlamına gelen “ebri” den gelmekte olduğudur. Her ne şekilde isimlendirilse isimlendirilsin insanlara da isim olan ebru, gizemli bir ahenk taşıyor. Zorlu ve emek isteyen bir sanat olan ebru, geri dönüşü olmayan, tekrarı olmayan, çok değişkenli bir sanattır. Birçok eski eserde süsleme amacıyla kullanılan ebru, geleneksel el sanatlarımızdan olmasına rağmen yakın zamana kadar unutulma tehlikesi ile karşı karşıyaydı.

Dünya çapında çeşitli milletler tarafından sahiplenmeye başlanmış, bazı ülkelerde ebru yapımı sırasında kullanılan malzemeleri üreten firmalar boy göstermişti. Ebru sanatında son devrin piri merhum Mustafa Düzgünman gerek yetiştirdiği öğrencilerle gerek bu sanata kazandırdığı anlayışla manevi hazinelerimizden birinin payidar kalmasında büyük rol oynamıştır

20 Aralık 2010 Pazartesi

ALTIN VARAK

Varak Nedir ?
Varak Osmanlıca bir kelime olup, yaprak anlamına gelmektedir. Mobilyaların ve aksesuarların en gösterişli detaylarından olan altın varak eskiden altının
ceylan derisinin arasında çekiçle dövülerek ezilmesiyle meydana getirilirdi. Bu dövme ve inceltme işine varakçılık denilirdi. Günümüzde bu işlemler saf altının dev silindirler arasında ezilerek inceltilip yaprak haline getirilmesi suretiyle yapılmaktadır.
8000 adet altın varak üst üste konulduğunda 1 cm. kalınlığa ancak ulaşır.

Varak Nasıl Yapılır ?
Varaklı bir antika varak aşamasına gelmek için 17 kez elden geçer. Öncelikle antika kazınarak temizlenir, tamirat yerleri eğer oymaları dökük ise kalıp alınarak onarılır. Çatlak bir yer varsa macunlanan malzemenin varak olacak yerleri özel bir karışımla astarlanır. Yüzeyin pürüzsüz olması için önce kalın sonra ise ince zımparayla zımparalama işlemi yapılır. Daha sonraki aşamada kilermeni veya lambez denilen kırmızı renkli ( beyaz altın için siyah renkli ) bir karışım, mazgala yapılacak olan ( 24 ayar ) yerlere sürülür ve altın varaklar sakal fırça yardımıyla yapıştırılır. Birgün kuruduktan sonra mazgala denilen aletle altın ezilerek belirgin bir parlaklığa ulaşılır. Mazgala yapılmayan yerlere ise mixiyon denilen varak yapıştırıcısı bir fırça yardımıyla sürülür. Bir müddet kuruduktan sonra varak yüzeye yapıştırılır. Son olarak vernik sürülerek ve patine yapılarak işlem tamamlanır

19 Aralık 2010 Pazar

MOZAİK

    Mozaik kelime anlamı, yan yana yerleştirilmiş veya yapıştırılmış küçük, muhtelif renklerde cam veya taş parçalarının bütünlendiği bir resim,bir tasvirdir.
    Akdeniz çevresindeki halklar tarafından icat edilmiş bir sanat koludur ve M. Ö. 300 ile 31 yılları arasındaki dönemde gelişip yaygınlaşmıştır. Roma devrinde, ya da Hıristiyanlığın ilk beş yüz yılında, mozaik sanatı gerçek anlamıyla değer taşıyan bir güzellik ve çeşitlilik kazanmıştı.

  Suriye’den İspanya’ya, Afrika’dan İngiltere’ye kadar her bölgede yaygınlaşmıştı. Bütün dünyanın hayran kaldığı en değerli mozaik çalışmaları, Roma, Ravenna ve Selanik’teki kutsal yapıların duvarlarında ve tavanlarındadır.Hıristiyanlık öncesi devir mozaikleri,daha ziyade yer zeminindeki kaplamalar niteliğindeydi.

17 Aralık 2010 Cuma

 KUBBE VİTRAYI


 binaların üzerlerini örtmek için kullanılan mimari bir sistem. Daire veya dörtgen binaların üzerini örtmekte kullanılan kubbe, genellikle dini mimaride kullanılmakla beraber, sivil ve askeri binalarda da yer almaktadır.

Kubbe inşasında başlıca iki metod vardır. Birincisi, kubbeyi ağırlıksız kabul edilerek yuvarlak plan şeması üstünde kürevi bir çatı olarak uygulamak. İkincisi, kubbeyi abanma ve destek hesaplarını da içine alarak gerçek mimari kaideleri içinde ele almaktır. Bu uygulamada önemli olan kareden daireye geçişte meydana gelen boşlukların doldurulmasıdır. Bu boşluklar, “tromplar” (küçük yarımküre), “pandantifler” (konkavüçgen) veya “Türk üçgenleri” denilen geometrik elemanlarla doldurulur.

Kubbe mimarisi ilk olarak Mezopotamya’da görülür. M.Ö. 16 ve 13. asırlarda Ege bölgesindeki binalarda yer almaya başlayan kubbe, M.Ö. 1. yüzyılda Roma mimarisinde bir unsur olarak kullanılmaya başlandı. Ancak bu kubbeler mimariye yenilik getirmedi. Zamanla Bizans mimarisine kayan Roma sanatı, buna da daha rasyonel çözümler getiremedi.

Kubbe mimarisinde zirveyeOsmanlı mimarları ulaşmıştır ve neoklasik dönem mimarisinde bile bu zirvenin üzerine çıkılamamıştır. Kubbenin yapılmasındaki ideal olan mekan bütünlüğünü temin etmekle, mimarideki son şeklini Osmanlı mimarları vermiştir. Abanma ve taşımadaki problemlere rasyonel çözümleri de Osmanlı mimarisi getirmiştir. Türk mimarisi, ana mekanda geometrik ve köşeli, üst yapıda kubbeye uygun olarak dairevi ve kürevi biçimleri anlayış içinde tatbik etmiş mekan içindeki dayanakları görünür hale getirdiği gibi dış payanda sistemi ile kubbe ağırlığını toprağa kadar götüren kademeli teşkilatı gerçekleştirmiştir. Osmanlı medeniyetinin merkeziyetçi dünya görüşüne uygun olarak, bu düşünce tarzı mimari karakterde de hakim hale getirilmiştir.

Mimarimizde en üst noktayı teşkil eden Mimar Sinan, kubbe inşasında da bazı yenilikler getirmiştir. Erken devirdeki Türk üçgenleri ve bunu takib eden sarkıtlarla süslü pandiflerin yerine, kubbeye geçişte daha yumuşak olan trompları kullanmıştır. Klasik devir mimarisinin bir sentezi olan Mimar Sinan, mimarimizde mekanların simetrik olmasına yarayan kubbeyi aşılamaz bir unsur olarak Edirne Selimiye Camiinde başarıyla tatbik etmiştir. Selimiye’de, kubbe için en mühim problem olan abanma ve taşıma münasebeti ve bu münasebete dayanmayan ana mekanın yuvarlak unsurlarını tekrarlayan kubbe problemleri aynı anda halledilmiştir.

Avrupa Ortaçağ mimarisinde mühim bir mimari unsur olarak görülmeyen kubbe, rönesansla birlikte ehemmiyet kazanmaya başlamıştır. Fakat bu yine de Avrupa mimarisinde mimari fonksiyonların simetri ekseni olacak tarzda hiç bir devirde binalarda kullanılmamıştır. Floransa’daki Santa Maria del Fiore kilisesinin kubbesi Avrupa mimarisinin kubbe anlayışına yeni bir şekil getirmiş ve bunun gelişmiş bir örneği olan Roma San Pietro Kilisesinin kubbesi, batı için nümune olmuştur.

Neo-klasik mimaride kubbe sivil mimariye de tatbik edilmeye başlanmış, fakat kubbe inşa tekniğine bir yenilik getirememiştir. Daha sonra betonarme tekniği kubbe çatıyı düz çatıya çevirmiştir. Son zamanlarda yeni metodlar geniş boşlukların üzerini kapatmada kullanılmaya başlanmıştır
 KUBBE VİTRAY TAVAN VİTRAY MARDAN PALACE KUBBE VİTRAYI

15 Aralık 2010 Çarşamba

VİTRAY TEKNİKLERİ

TIFFANY VİTRAY
     Tiffany Vitraya ismini veren Louis Comfort Tiffany (1848-1933) NewYork’ta bulunan ünlü mücevher mağazasının kurucusu Charles Louis Tiffany’nin oğludur. Maddi bağımsızlığından ve yeniliklere karşı merakından dolayı birtakım denemelere başlamıştır. Amacı sanat ile günlük hayatı kaynaştırmaktı. Bu onun zamanında normal olmayan bir davranıştı. Sanat zenginler içindi, normal insanların gereksinimi olmaktan uzaktı. Avrupa’ya yaptığı bir gezide Chartres katedralini ziyaret etti. Katedralin muhteşem, renkli camlarının etkisinde kaldı. Dönüşünde hayatın her alanını kapsayacak şekilde, renkli camlar üzerine denemeler yaptı. Tiffany aynı zamanda parça camların kenarlarını bakır folyo ile kaplayarak lehimlemiş, o güne kadar kurşun oluklar içine yerleştirilen camın dünyasına yeni bir soluk katmıştır.
  KURŞUNLU VİTRAY
   Önceleri büyük cam parçaları üretmek imkânı olmadığından büyük pencereleri imal etmek için kurşun oluklar kullanılmıştır. Çok eski bir tekniktir ve mükemmel mabet camları ile tanınmıştır. Avrupa'daki birçok kilisede bulunan ve ortaçağdan bu yana hala muhteşemliği ile göz kamaştıran bu teknik, zamanla günlük hayatın vazgeçilmez unsuru olan evlerimize kadar girmiştir.
  CAM BOYAMA TEKNİĞİ
Bu teknikte cam ışık yardımı ile boyanmaktadır. Cam üzerine işlenen figürler ışık yardımı ile hayata getirilmektedir. Bu tekniğin diğer boyama tekniklerinden farkı yapılan resimlerin hiçbir etki ile solmaması, adeta ölümsüzleşmesidir. En eski boyama vitray örneği Almanya'daki Lorsch kilisesine aittir (9. veya 10. yüzyıl). Bu tekniğin gelişmesinde manastırlardaki keşişlerin payı büyüktür. Tegernsee manastırı çok büyük bir cam atölyesine sahipti. Keşiş Werner da bu manastırda yetişmiş ve meşhur Augsburger pencerelerini (11. yüzyıl) yapmıştır. Ama bu tekniğin en mükemmel örneği şüphesiz ki St. Jans kilisesi (16. yüzyıl) ile Delft kilisesidir (20. yüzyıl).
FÜZYON (Eritme) VİTRAY
Füzyon Vitray, parça camların, uygun bir fırında ve uygun bir sıcaklıkta eritilmesi işlemidir. Birinci etapta düz bir yüzey elde edilir. İkinci etapta ise bu düz parçaya kalıplar yardımı ile form verilir. Burada önemli olan camların bir arada eriyebilmesidir. Çünkü her camın kendine has bir genleşme katsayısı vardır. Bu önemli husus göz ardı edildiği takdirde genleşme katsayılarının farkına bağlı olarak üretilen parça er ya da geç parçalanacaktır
  CAM BONCUK YAPIMI
Camı eritmek, açık ateş üzerinde form vermek adeta onu yönetmek insan üzerinde hipnotize edici bir etki yaratmakta ve günden güne cam dünyasında popüler olmaktadır.
Hızlı yaşamın ve fabrikasyon boncukların olumsuz etkisine rağmen cam boncuk yapımı günden güne layık olduğu değeri tekrar almaktadır.
  PÂTE DE VERRE TEKNİĞİ
Bu teknik yardımı ile çeşitli renklerde ve irilikteki cam tozlarını kalıplar yardımı ile fırınlanmakta ve hayal gücünüzün sınırları dahilinde her türlü objeyi üretebilmektesiniz.
  KALIPLA CAM ŞEKİLLENDİRME
Tasarlayacağınız kilden bir modelin kalıbı çıkartılır. Cam parçaları kalıba yerleştirilip yüksek ısıda fırınlanır. Cam parçaları eriyerek hazırladığınız modelin şeklini alır. Bu teknik yardımı ile yaratıcılığınızın sınırlarını test edebilirsiniz.
  RAKU TEKNİĞİ
Geleneksel Japon seramik sırlama tekniğine verilen addır.
İlk aşamada pişirilen seramikler raku tekniği ile sırlanırlar. Bu tekniği uygularken, seramik bir objenin her aşamada nasıl bir sanat eserine dönüştüğünün tanığı olacaksınız.

SERGİLER

İSTANBUL ANKARA İZMİR MERSİN ANTALYA ESKİŞEHİR BURSA

İSTANBUL

11 Aralık 2010 Cumartesi

BAŞLIKSIZ.

    Sitemi ziyaret eden değerli siz dostlarım ve sanat severlere tşk ediyorum.tamamını kendimin yapıp tasarladığı bu blog sayfasında elimden geldiğince birşeyler paylaşmak istedim.www.vit-ray.com isimli kişisel sitemin yapım çalışmaları sürüyor bu sitenin oluşmasında bana tüm desteğini esirgemeyen değerli arkadaşım Eşref BOR.a tşklerimi borç biliyorum.

  Çağımız teknoloji çağı ve bu çağda teknolojiyi takip ederek geride kalmadan yapılan eserleri aynı anda tüm dünyaya gösterebilme imkanına sahip oluyoruz bu tür blog sayfaları ve web siteleri ile.hayatın sadece para ,hırs ve iktidar isteği olmadığını mütevazi yaşamlarla göstermeye çalışan Biz sanatçılar özellikle ülkemizdeki sorunları yaşayarak kısıtlı imkanlarla sanat hayatlarına devam etmektedirler.tek beslendikleri nokta alkış beğeni ve eleştiri olan sanatçıları yalnız bırakmamanızı rica ediyorum.saygılarımla

                                                                                            Sculptor: Bülent AYDOĞAN

10 Aralık 2010 Cuma

Sanat - Sanat Yazıları
Öz sanat artık bir şeye yaramıyor deme; yaşamağa yarıyor, diyen Georges Duhamel şunları ekliyor : «İşte bir manzaranın ortasmdasm. Gözünün derinli­ğinde bir hayal var. Bu hayali kabul edişin, yorumlayışm kişiliğinin damgasını taşıdığı gibi, farkında olmadan yardımına çağırdığın bir çok başka kişilerin de damgasını taşıyor.                                                       


Kıtamızın ressamları o perspektiv denilen şeyi icat ettikleri gün, Asyai gö­rüşümüzü de uzun zaman için değiştirmiş, düzenlemiş oldular. Şunu da kabul etki empressionizm'in hüküm sürdüğü gündenberi, bu dünyanın renklerini yep­yeni bir tarzda anlıyor, kavrıyoruz.

Her şeyi ritim, ses, sayı ve ahenk olan bir evrende yaşıyorsun: insan ses­leri, büyük tabiat gürültüleri, cemiyetin sun'î uğultuları, seni titrek, karmakarı­şık bir ağla her yandan sarıyor ve sen durmadan bunu çözmek, ifade etmek zo­runda kalıyorsun. İyi ama, bu şeylerle uğraşmış olan büyük adamların tasiri al­tında kalarak bunu yapıyorsun. Öyle hareketler, öyle ahenkler, öyle ritimler var ki musikiciler sana onların sırrını açtıkları, cazibesini duyurabildikleri günden­beri onları anlıyorsun.


Her şey için böyledir bu. Çevrende yepyeni'bir şey bulursan, iki varlık ara­sında dikkate değer bir münasebet, iki fikir arasında tuhaf bir bağıntı farkedersen, bunu ancak şairin sanat vasıtalariyle belirtmeğe ve güzel bir şekilde ifade etmeğe muvaffak olabileceksin; kelimelerini ve hayallerini kendin icadetmez-sen, onları farkında olmadan Hugo'dan, Baudelaire'den, yahut da bütün insan­ların konuştuğu dili hazırlayan o bilinmeyen sanatçılardan alacaksın.

İnsan tek başına düşünmez. Onun için, geniş bir insanlık ağına düşmüş bir tutsak olmağı 'kabul et. Bu ağdan, yanılmadan, zararlı çıkmadan kendini kurta­ramazsın. Gönül rızasiyle, büyük insanların dostu ve yoldaşı ol.

9 Aralık 2010 Perşembe

KLASİK SANAT

klasik sanat

1.
klasik: bazı araştırmacılara göre her sanat anlayışı ya da üslubu üç aşamalı bir gelişim süreci gösterir. birinci aşamada üslup yeni yeni oluşmaktadır. bu dönem o üslübun arkaik çağıdır. ikinci dönem klasik olarak nitelendirilebilir. ilk dönemde henüz yeni oluşmakta olan anlayış ve öğeler bunda olgunluğa kavuşurlar. son dönem ise, güçlü baroklaşma eğilimleri gösterir. söz konusu üslup bir yandan karmaşıklaşmakta, diğer yandansa, hızla kökendeki ilkelerinden ve tutumundan uzaklaşmaktadır. örneğin, yunan sanatı’nın mö.500 ile 300 arasındaki dönemi ‘’klasik’’tir. bunun öncesi arkaik, mö. 300 ile 100 arasında süren helenistik dönem ise, sözcüğün geniş anlamıyla ‘’barok’’tur. benzer bir ayrım osmanlı mimarlığı için de yapılabilir. 1300-1500 arası kabaca arkaik, 1500-1700 arası klasik, 1700’den 1830’a dek süren dönem ise barok çağ olarak ayrılabilir. ikinci antik grek ve roma sanatıyla onları örnek alan tüm sanat anlayışlarını ve dönemleri niteler.

klasizm: sanatta klasik ilke ve örnekleri izleme anlayışı. her sanat ve üslubun bir klasik dönemi varolabileceğine göre, klasizm genelde her sanat ve üslup için söz konusu olabilir. bununla birlikte, klasizm sözcüğü çoğunlukla antikite’nin sanat anlayışını izleyerek onun temalarını kullanan eklektisist eğilimlere verilen genel bir ad haline gelmiştir. 18. yy ve sonrasının avrupa sanatı içinde, modern sanat öncesinde, genellikle klasizm eğilimleri ağır basmıştır.

klasik sanat

18.yüzyıl bir aydınlanma çağı’dır. rasyonalizm ve naturalizm gibi akımlar bu dönemde ön plana çıkmışlardır. insan beyni boş bir levhadır, önemli olan eğitimin buna yazdıklarıdır. insan, doğadan iyi olarak gelir, eğer bozulmuşsa bunun nedeni içinde yaşadığı kültür ve toplumdur. aydınlanma çağı eğitimi kısaca akılcı, realist, yararcı ve mesleksel yetiştirme esaslarına dayanmaktadır. 18. yüzyılın son çeyreği ile 19. yüzyılın ilk yarısında alman klasik ve idealistlerinde eğitim farklı şekilde görülür. kişi maddi doğa üzerinde egemenlik kurmalı ve otonom bir kişiliğe erişmelidir.

    kant’a göre bireysel eğitimin amaçları disiplinleştirme, uygarlaştırma, kültürleştirme ve ahlakileştirmedir. 18. yüzyılın ikinci yarısı ile 19. yüzyıl, sanayi çağı’dır. bu çağdaki eğitim akımları batı’daki sanayi devriminin yarattığı toplumsal yapı ve onun sorunlarıyla paralellik gösterir.

    1840’lı yıllarda ve özellikle buhar gücünün iş ortamında kullanılmasıyla başlayan sanayi devrimi yeni bir toplumsal hayat biçimini de beraberinde getirmiştir. buhar gücü ile çalışan lokomotifler ve gemiler, üretilen ürünlerin yeni dünyalara ulaştırılmasını sağlamıştır. işçi sınıfının doğuşu, hızlı kentleşme ve makineleşmenin yer aldığı ve sanayi toplumu olarak adlandırılan bu dönemde, insanlığın ilgisi sanayi ve makinelere yönelmiştir.

kaynak: metin sözen, uğur tanyeli – sanat kavram ve terimleri sözlüğü

KÜLTÜR: TİPOLOJİ

KÜLTÜR:

Coşkun Can Aktan & Hasan Tutar


    Kültürleri; taşıyıcısına, egemenlik alanına, çıkış veya yaratılış kaynaklarına, görünüş ve biçimine, kültürü belirleyen araca ve kullanım alanlarına göre ayırıma tabi tutabiliriz. Bu değişkenleri çoğaltmak, hatta kendi içinde sınıflandırmak mümkündür. Kültürün sınıflaması yapılırken çeşitli ölçütler esas alınır. Kültürü, bireysel kültür ve toplumsal kültür; genel kültür; üst kültür ve alt kültür, maddi kültür ve manevi kültür, ulusal ve evrensel kültür gibi ayrımlara tabi tutmak mümkündür. Bu kültür tiplojilerini kısaca açıklamaya çalışalım.
  Bireysel  Kültür ve toplumsal kültür. Bireysel kültür, bireyin içine doğduğu genel kültürden aldığı somut ve soyut değerler bütünüdür. Toplumsal kültür ise, bir toplumu oluşturan bireylerin paylaştıkları duygu, düşünce, davranış ve inançlarından oluşan kalıplar, normlar ve değerlerin toplamıdır. Kısaca toplumsal kültür bir toplumun topyekûn yaşam biçimidir. 
  Genel kültür. Genel kültür ayrımı, kültürün yaygınlık derecesine göre yapılır. Genel kültür, özel bir toplumun genel alışkanlıkları, değerleri, inançları, sanat ve mimari şekilleri, kısaca somut ve soyut tüm değerlerini ifade eder. Her toplumun hem alt kültürü, hem de genel kültürü vardır. Tek tip kültürden oluşmuş toplumlara pek rastlanmaz. Bir toplumsal yapı ne kadar büyük olursa, genel kültürü oluşturan alt kültürdeki çeşitlilik o oranda fazla olur.
  Bir milletin kültüründen söz edildiği zaman, burada söz konusu olan kültür, genel kültürdür. Bir ülkenin veya toplumun hakim/genel inançları, değerleri, davranışları, törenleri, sosyal ilişkileri ve paylaşılan davranış kalıpları genel kültürü oluşturan unsurlardır. Buna göre genel kültür, bir toplumun veya ülkenin, tüm sosyal gruplarında, ülke coğrafyasının her yerinde benimsenen, geçerli olan ve yaşanan kültürdür. Genel kültür, toplumu oluşturan tüm alt grupların ve alt kültürlerin uyumlu birleşimi sonucunda ortaya çıkan bir üst kültürdür.
     Alt kültür. Kültür bir değerler sistemidir. Bir toplumun genel kültürü, üst bir sistem olarak, çok sayıda alt kültür veya alt sistemden oluşur. Bunlar alt kültür unsurlarıdır. Alt kültür, bir topluma hakim olan genel kültür veya üst kültürden farklılık gösteren ve azınlık gruplarınca benimsenen kültürdür. Alt kültür, genel kültürden veya üst kültürden tam bir kopma şeklinde değil, farklılaşma şeklinde ortaya çıkar. Kültürün unsurları, birbirleriyle genel olarak uyumlu bir bütün oluşturur. Alt kültür ile genel kültür arasında her zaman uyum olmayabilir. Uyumsuzluk genellikle alt kültürün karşı kültüre dönüşmesinden kaynaklanır. Toplumlar diğer kültürlerle etkileşime girdikçe, kültürel homojenlik ortadan kalkar ve daha heterojen kültürler ortaya çıkar. Heterojen kültürlerde kültürün düzenleme vasfı zayıflar. Bu gibi toplumlarda kültür, toplumsal değer yargısı olma niteliğini kaybeder.
   Göreli olarak küçük ve homojen kültürler dışında aynı genel kültürü oluşturan alt kültür unsurları arasında tam bir uyum söz konusu değildir. Genel kültürlerle bazı ortak yönlerinin yanında, önemli farklı yanları bulunan alt kültürler, genel kültürden kısmen farklı olabilirler. Alt kültürler, genel kültürün bazı hakim değerlerini kapsarlar; fakat her alt kültürün kendisine özgü yaşam biçimi, değerleri, normları, tutum ve davranışları vardır (Broom & Selznick, 1977:74).
Maddi kültür ve manevi kültür. ......
.............................
Çalışmanın devamı için orijinal kaynağa müraacat ediniz...
Coşkun Can Aktan & Hasan Tutar, " Bir Sosyal Sermaye Olarak Kültür", Pazarlama ve İletişim Kültürü Dergisi. 2007.