15 Ocak 2011 Cumartesi

ERCİYES ÜNİVERSİTESİ G.S.F.1.BULUŞMA SERGİSİ HAZİRAN 2011

KUBBE VİTRAY ( ANTALYA -MARDAN PALACE OTEL MONTAJ)
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ GÜZEL SANATLAR FAKÜLTESİ 1.BULUŞMA SERGİSİ ÇOK YAKINDA GERÇEKLEŞİYOR HAZİRAN 2011

Mardan palace otel Kubbe vitrayı Montaj aşaması


VİTRAY KURŞUNLU VİTRAY İMALAT ÖRNEĞİ

12 Ocak 2011 Çarşamba

SİDE KAMELYA WORLD OTEL ŞAFT KAPAKLARI VİTRAY İMALAT AŞAMASI

Antalya side kamelya world otel vitray patine işlemi [hsm bünyesinde]

ANTALYA-MARDAN PALACE OTEL LOBİ ÜSTÜ VİTRAY İMALAT

560 Metre kare tiffany vitray tekniği ile yapılan lobi üstü vitrayın lehim aşaması
[hsm.bünyesinde]

10 Ocak 2011 Pazartesi

VİTRAY,VİTRAY,VİTRAY

   ANTALYA Mardan palace otel 24 ayar altın varak uygulaması

9 Ocak 2011 Pazar

 
     Gezi kültürünün önemli parçalarından birini, gidilen yerdeki ibadet merkezlerinin gezilmesi oluşturur. Edirne’ye gidildiğinde Selimiye Camii, İstanbul’da Sultanahmet Camii, Paris’te Notre Dame Katedrali ya da Köln’de Dom. Örnekleri istediğiniz kadar arttırabilirsiniz. İrili ufaklı, iyi korunmuş ya da harabeye dönmüş binlerce ibadet merkezi bütün dünyada hergün onbinlerce ziyaretçinin akınına uğruyor. Bu ziyaretçilerin tamamına yakını, bu yapıların fotoğraflarını çekiyor; ya da çekmeye çalışıyor. Kimi yapıların dışını, kimi içini, kimi de hem içini hem de dışını görüntülemeye çalışıyor. Kiliseler, camiler ve sinagoglar, kimilerince dinsel önemleri nedeniyle, kimilerince “ben burayı gördüm!” demek için, kimilerince de mimari özellikleri nedeniyle görüntüleniyorlar. Nedeni ne olursa olsun, ibadet merkezleri en çok fotoğraflanan yapılardır. Fotografik açıdan bu yapıların ortak özelliği ise, hemen hepsinde vitrayların bulunmasıdır. “Dekoratif renkli cam” anlamına gelen vitray, elbette yalnızca dinsel mekanların süslenmesinde kullanılmıyor. Çok farklı mekanlarda farklı içeriklerde vitraylar kullanılıyor. Ama doğrusu, dinsel mekanlardaki ve saraylardaki vitraylar yüzlerce yıllık tarihleri ve olağanüstü işçilikleri nedeniyle çok daha fazla ilgi görüyorlar ve çok daha fazla fotoğraflanıyorlar.

Perspektif Sorunu

      Vitrayların kullanım amacı, geçirgen renkli zeminleriyle ters ışık altında güzel görünmeleri ve iç mekanı da kısmen aydınlatmalarıdır. Fotoğraflanmalarındaki temel zorlukların başında ise genelde yüksek konumlanmaları nedeniyle perspektifin kontrol edilemeyişi gelir. Yani alçak bakış yüksekliği nedeniyle, vitrayların üst bölümü küçülürken alt bölümü büyür. Bu sorunu giderebilmek için yapılacak en iyi şey, uzun odaklı bir objektif (tele) kullanarak, uzaktan ve olabildiğince vitray ile aynı yükseklikteki bir noktadan çekim yapmaktır. Bunun her zaman olanaklı olmayabileceğini kabul ediyorum, ama en ideal yaklaşım budur. Bu duruma en yakın çözümler, genellikle kabul edilebilir sonuçlar verirler. Yapılabilecek en kötü şey, vitrayın dibine girip, geniş açı objektifle yukarıya doğru bakmaktır. Bu durumda perspektifin bozulması ve vitrayların yamulması kaçınılmazdır. Eğer vitraylar tek tek değil de bir grup olarak görüntülenmek isteniyorsa, o zaman elbette geniş açı objektif kullanılabilir, ama konudan uzaklaşarak yükselmek gerekir. Aksi halde vitraylar yine yamulacaktır.

Uygun Işık

    Vitrayların görüntülenmesindeki en büyük sorun ışıkla ilgilidir. Sanılanın tersine en uygun ışık, kapalı havalarda elde edilen difüz (yaygın) ışıktır. Vitrayların konu kontrastı yeterince yüksek olduğundan, düşük kontrastlı bir aydınlatma en uygun sonucu verecektir. Havanın açık olduğu bir günde, kontrast çok yüksek olacağı için gölgeden detay almanız zorlaşacaktır. Ayrıca, yapının ışık alan yanındaki vitraylar ile gölgede kalanlar arasında önemli farklılıklar oluşacaktır. Oysa, kapalı bir havada ışık çok daha homojen olacağından, yapının tüm vitrayları eşit koşulda aydınlanacaktır. Belki 1-2 stopluk ışık kaybı yaşanabilir, ama açık diyafram kullanarak bu sorunun üstesinden gelmek kolaydır.

Işık Ölçümü

     Uygun ışık koşulunun beklenmesinden sonra yapılacak iş, ışığın miktarını doğru olarak ölçmektir. Vitray fotoğrafı çekerken yapılan en büyük yanlışın pozlandırmadan kaynaklandığını düşünüyorum. Yapılacak iş oldukça basit olmasına karşın, kadraj/kompozisyon kaygısı nedeniyle sıklıkla yanlışa düşüldüğünü biliyorum. Unutmayın, kompozisyon en son kontrol edilmesi gereken bileşendir. Öncelikle ışık ölçümünün doğru olarak yapılması gerekir. Bunu yapabilmek için de doğru ölçüm modunu kullanmalısınız. Tüm çerçevenizi konu ile doldurmayı düşündüğünüzde, merkez ağırlıklı (C/W) ya da çok parçalı (multi pattern, matrix, honeycomb, v.b.) ölçüm modu en uygun seçimdir. Eğer vitrayın oranları çerçevenize tam denk düşmüyorsa (ki genellikle böyledir), o zaman vitrayın çevresindeki duvarın da bir parça görüntünüze girmesine izin vermeniz gerekir. Bu durumda, duvarın üzerindeki ışık çok daha az olacağından, çok parçalı ışık ölçümü sizi yanıltacaktır. Yapılacak en iyi şey merkez ağırlıklı ya da noktasal (spot) ölçüm sistemini kullanmaktır. Noktasal ölçümde dikkat edilmesi gereken şey, ölçümü çok koyu ya da çok açık renk tonlarından değil, orta açıklıktaki tonlardan yapmaktır. Hatta en iyisi, en koyu tonları ve en açık tonları ayrı ayrı ölçüp, aritmetik ortalamalarını almaktır. Örneğin vitrayın en koyu parçası olan lacivert bölüm 1/30 sn ve f/8 değerini verirken, açık sarı bölüm 1/60 sn ve f/8 değerini veriyorsa, 1/45 sn ve f/8 değerinde çekim yapmak uygundur.

Flaş mı? Asla!..

Vitrayların bulundukları mekanlar genellikle loş ortamlardır; yani ışık bakımından zayıf ortamlardır. Bu tip mekanlarda fotoğraf makinenizi otomatik çekim modunda bırakmamanız daha doğru olacaktır. Çünkü otomatik modda çekim yaparken, ışık miktarının az olduğunu düşünen fotoğraf makineleri flaşı devreye sokma eğilimindedir. Oysa flaş, vitray fotoğrafı çekerken kullanılması düşünülebilecek en son malzemedir. Vitrayın bütün güzelliği ters ışık altında ortaya çıkar. Flaş ışığı gibi bir cephe aydınlatması hem ters ışığın etkisini azaltır, hem de yüzeyden yansıma yaparak her şeyi berbat eder. Bu yüzden fotoğraf makinenizin flaşını kapalı tutmalı ve çekim modunu da mümkünse “manuel”e getirmelisiniz. Gerçi diyafram öncelikli ve enstantane öncelikli (S, Tv) modlar da kullanılabilir, ama böyle bir konuda tüm kontrolün sizde olmasında yarar vardır. Öte yandan, makineniz yalnızca otomatik modda kullanılabiliyorsa ya da eğer çok basit bir fotoğraf makinesine sahipseniz, o zaman en iyisi hiç vitray fotoğrafı çekmeye çalışmayın, çünkü sonuç alamazsınız! Zaten her durumda her şeyin fotoğrafını çekebilen makineler olsaydı, o zaman fotoğrafçılık diye bir meslek de olmazdı, kocaman ve pahalı fotoğraf makineleri de üretilmezdi, değil mi?

Tripod Gerekir mi?

    Yazılarımı düzenli olarak izleyenler, hemen her tür konunun çekiminde tripod kullanılmasının önemine değindiğimi anımsarlar. Ancak vitrayların görüntülenmesinde tripod kullanımına gerek olduğunu düşünmüyorum. Eğer dışardaki hava çok kapalıysa ve vitrayda kullanılan renkler çok koyuysa, o zaman yaptığınız ışık ölçümü size tripodun gerekli olduğunu zaten söyleyecektir. Ama şunu akılda tutmakta yarar vardır: Vitray fotoğrafı çekerken alan derinliği gibi bir sorunumuz olmayacağından, diyaframı kısmamızın bize sağlayacağı hiçbir şey yoktur. Dolayısıyla, rahatlıkla en açık diyaframı kullanabiliriz. Bu da genellikle, bize yeterince yüksek enstantane değerlerini kullanma olanağını sağlar. Ama örneğin 85 mm’lik bir objektifle ve en açık diyaframda çalışıyor olmanıza karşın, 1/15 ya da 1/30 sn gibi bir değerle karşılaşıyorsanız, o zaman elbette tripod kullanmanız gerekir. Sonuçta, kuralımız basit: “Kullandığımız optiğin odak uzunluğuna eşdeğer bir enstantane, elde tutarak çekim yapmamıza izin verecek olan en uzun süredir. Bu değer ve bundan daha kısa sürelerde elde tutarak çekim yapabiliriz.”



Yüksek ASA Seçeneği

       Öte yandan, genellikle cami, kilise, sinagog gibi yapıların fotoğraflarını çekmek isteyen bir fotoğrafçı, mutlaka yanında bir tripod taşımalıdır. Çünkü bu mekanlarda yalnızca vitraylar yoktur; eşsiz tavan süslemeleri, kapı detayları, halılar, mumlar, kandiller, ikonlar, hatlar vardır. Genel bir görüntü, ya da bir ayrıntı için genellikle bu ortamların ışığı çok düşüktür ve elde tutarak çekim yapmaya pek elverişli değildir. Bu durumda fotoğrafçının iki seçeneği vardır. 1) Çok geniş açılı ve ışık geçirgenliği yüksek bir objektif (örneğin 20mm, 1:2.8) ile birlikte yüksek ASA (ISO) değerine sahip bir film (örneğin 400 ASA) kullanarak elde çekim yapmak. Bu, rahat çalışmak açısından tercih edilebilir bir yaklaşımdır. Ancak hem alan derinliğindeki kayıplar, hem yüksek ASA’lı filmin iri grenli yapısı, hem de bu filmin renk doygunluğunun az olması gibi olumsuzlukları baştan kabul etmek şartıyla! Artı, eğer dijital bir fotoğraf makinesi kullanıyorsanız, yüksek ASA seçeneğinde, hem çözünürlüğünüz azalacak, hem de “noise” adı verilen görüntü kirliliği de artacaktır. 2) Herhangi bir objektif ve herhangi bir film ile birlikte, maksimum alan derinliği elde etmek için en kısık diyaframı tercih etmek. Bunun için de zorunlu olarak bir tripod kullanmak. Bu durumda oldukça keskin ve doygun renkli görüntülere ulaşma şansınız vardır, ancak çalışma güçlüğüne ek olarak, uzayan poz süreleri nedeniyle ibadet eden insanların flulaşmaları da kaçınılmazdır. Sonuçta hangi seçeneği seçerseniz seçin, mekanı bütün olarak görmek istediğiniz çekimlerde şu sorunla karşılaşmanız kaçınılmazdır: Vitraylardan, camlardan ve kandillerden (mumlardan) gelen ışık pozometrenizi yanıltacaktır. Burada yapmanız gereken şey, makinenizi tavana ya da ışıksız bir duvara doğrultup, buradan yansıyan ışığı ölçmek ve ayarlarınızı bu değere göre yapmak olacaktır. Ya da, çok genel bir yaklaşımla, vitray ve pencerelerden giren ışığın 1-1,5 stop eksik pozlandırmaya neden olacağını hesaplayıp 1- 1,5 stop fazla pozlandırma yapılabilir. Ama dediğim gibi, bu çok genel bir yaklaşımdır ve mekanın özelliklerine göre değişim gösterebilir. Bu yüzden, ışık kaynağı bulunmayan bir yüzeyden ölçüm yapmak daha doğru bir yöntemdir.

   Yalnızca vitraylar söz konusu olduğunda, yüksek ASA’lı film kullanmanızı hiç önermem. Çünkü hem çözünürlüğünüz ve keskinliğiniz, hem de renk doygunluğunuz azalacaktır. Oysa vitrayların asıl gücü renklerindedir ve bu konuda herhangi bir taviz vermenin anlamı da yoktur.

8 Ocak 2011 Cumartesi

AtöLye















 

Referanslar

- MARDAN PALACE OTEL-ANTALYA
-AMARA OTEL-ANTALYA
-PRESTİGE OTEL-ANTALYA
- HORUS PARADİCE OTEL-ANTALYA
- SİDE KAMELYA WORLD OTEL-ANTALYA
-KEMER PRESTİGE OTEL-ANTALYA
- SİDE SELİN OTELLERİ-ANTALYA
-ÖZÜTEMİZ LTD.ŞTİ-ANKARA
-MUSTAFA UYSAL -MUĞLA
-FRANSA ÖZEL VİLLA
-AZERBAYCAN BAKÜ ÖZEL VİLLA
-AZERBAYCAN BAKÜ BADARMAN OTEL

6 Ocak 2011 Perşembe

VİTRAY NEDİR-VİTRAYCILAR-VİTRAY SANATI

Vitray Sanatı

VİTRAY SANATI STAİNED GLASS

     Renkli cam parçalarından yapılan yarı saydam pencere süslemesi. Renkli camın mimarîye girişi ve kendine özgü bir sanat oluşturuşuna dair elimizdeki en eski buluntular XII. yy.a aittir. Oysa, renkli camın varlığı ve çeşitli kullanım biçimleri çok eskilere gider.

Türklerin Orta Asya'da yerleştikleri bölgelerde yapılan kazılarda ele geçen cam parçalan, onların bu sanat hakkındaki ileri bilgilerini ve ince kullanım biçimlerini kanıtlayıcı niteliktedir. İran üzerinden Anadolu'ya gelirken Türkler bu sanatı getirdiler ve geliştirdiler. Selçuklu mimarları, Artukoğullarında da görülen ve «şemsiye» denilen cam süslemeleri kullandılar. Fakat Selçukluların son derece incelmiş ve gelişmiş vitray örnekleri, Beyşehir Gölü kıyısındaki Kubadâbâd Sarayı kazılarında ele geçen cam parçaları ve alçı süslemeler vardı.

Osmanlı mimarları ise önce Selçuklu etkisinde çalıştılar, ama sonra kendilerine özgü vitray üslûbunu buldular. Evlerde, cami, medrese, şifahane, saray gibi anıtsal binalarda vitraylar normal pencere dizisinin üstünde oluyordu. «Kafa penceresi» denen bu nakışlı camlar, bitkisel ve geometrik şekillerle nefis bir bezeme biçimi oluşturuyordu. Bu camlardan süzülen ışıklar yapı içinde değişik yansımalar yapıyordu. Osmanlı vitrayının en güzel örnekleri Süleymaniye, Rüstempaşa, Yeni Cami gibi büyük mabetlerde, Topkapı Sarayı, Hünkâr Kasrı v.b. saray, kasır ve yalılardadır.

Hıristiyan sanatında da elde bulunan ilk vitraylar XII. yüzyıldan kalmadır. O zamanlar Roma resim sanatıyla rekabet eden vitray, çok parlak ve gözalıcı renklerde camlarla, perspektifsiz ve kabartısız olarak basit kompozisyonlar halinde yapılıyordu.

Chartres, Vitray Ülkesi

XIII. yüzyılın başlarında Fransa'da Chartres şehri vitray sanatının en büyük merkezi oldu. Chartres Katedrali'nde XII. yüzyıldan kalma renkli birçok pencere camı varsa da bunların çoğu 1200-1240 yılları arasında yapılmıştır. Yapılara elden geldiğince bol ışık sokmak isteyen gotik çağ mimarları pencereleri gittikçe daha büyük yapıyorlardı. Bu yüzden kilise süslemeleri, Roma kiliselerinin iç duvarlarını kaplayan fresklerden değil vitraydan oluşabilirdi.

O devirde renkli cam ustaları, renk düşkünü çağdaşlarının zevkini okşamak için renkleri elden geldiğince çeşitlendirmeğe çalışıyorlardı; bu yüzden Aziz Bernard, perhiz ve çile amacıyla kendi tarikatına giren keşişlerin bundan uzak durmalarını ve renksiz camları yeğ tutmalarını istemişti. Hıristiyan cam ustalarının bu renk araştırma düşkünlüğü biraz da İncil hikâyelerinden gelir. Chartreslı ustaların ustalığı sayesinde Beauce, zamanla bir vitray odağı haline geldi ve vitraycıhk buradan bütün Fransa'ya (Bourges, Paris, Tours, Le Mans, Rouen) ve komşu ülkelere, özellikle İngiltere (Canterbury) ve Almanya'ya yayıldı.

Işık Resmi

XIV. ve XV. yüzyılda vitray değişikliğe uğradı. Renkli pencereler dana büyüdü, camlar daha aydınlık oldu. Gümüş sarısının ve külrenginin baskın olduğu beyaz camlar üstünlük kazandı. Resim gibi vitray da gerçeğe uygunluğu göz önünde bulundurmağa yöneldi. XVI. yüzyılda çoğu oymalı çift kat camlar pek çok değişik tona olanak sağladı. Ama vitray tek cam üstünde renkli bir resim olmağa yöneldi.

XVII. yüzyıldan itibaren bu sanat desenden çok etkilendi. Basit kompozisyonlardan ve az sayıda canlı renklerden oluşan vitray yapma zevki XIX. yüzyılda doğdu. Büyük ressamlar (İngres, Delacroix) modeller yarattılar. Geleneğe dayanan ya da yeni tekniklerden yararlanan vitray böylece anıtsal sanat içindeki yerini aldı.

Camdan Bir Mozaik

Vitray, doğrudan doğruya renkli yapılmış veya sonradan boyanmış yarı saydam camların, kurşun çubuklar, alçı ya da çimento yardımıyla birleştirilmesiyle meydana gelir.

Bu işte kullanılan camlar silis (kum), potas (odun külü) ya da soda (deniz tuzu) yardımıyla elde edilir. Silis erirken maden oksitleri karıştırılarak renklendirilir. Sonra üflenir, soğutulur, sonra yapılacak desene göre kesilir. Henüz sıcak olan cam çift kat yapılabilir: ayrı renkte iki cam levha üst üste yapıştırılır, ortaya çıkan cam gravür izlenimi verir.

Daha önce pişmiş olan cam, camlaşabilen renklerle boyanabilir ve bu takdirde yeniden fırınlanır. Daha sonra cam parçaları birbirine kaynak yapılmış kurşun çubuklarla birleştirilir, ondan sonra hepsi birarada madenî çerçevelere yerleştirilir. Küçük cam parçalarından oluşan bu birleşik bütün, esnek olduğundan vitray hem kımıldatılabilir, hem de çok dayanıklı olur.




Modern Vitraylar

1920'lerden bu yana daha yalın bir vitray anlayışı ortaya çıktı. Notre-Dame du Raincy Kilisesi'nde Auguste Perret «oyuk duvarlar» yarattı, Maurice Denis buralara Ortaçağ'ınkiler kadar göz kamaştırıcı vitraylar yerleştirdi. Chagall, Leger ve Bazaine gibi ressamlar da buna benzer vitraylar yaptılar, ister figüratif, ister soyut olsun vitraylar modern mimarîye uydurulmakta ve doğrudan doğruya betonarme içine yerleştirilmektedir.

Boyaların Sırrı

Cam hamuruyla oksidin karışımı, istenilen renge göre çeşitlendirilir. Bakır dioksitle yeşil, mangan dioksitle erguvan, çok ince bakır tozlarıyla kırmızı, bakır karbonatla mavi, kobalt oksitle lâcivert cam elde edilir. Ortaçağ'da kırmızı fonlar, mihraba göre güneşe bakan güney tarafa yerleştirilirdi; kuzey tarafa konan mavi fonlar da en geçirgen yarı saydam camların geçirebildiği kadar aydınlık sağlardı. Bununla birlikte hiç kimse rahip Suger'in yaptırdığı Saint-Denis'deki mavi camlarda Chartres'daki mavi camların sırrını çözememiştir.

5 Ocak 2011 Çarşamba

TÜRKİYEDE HEYKELTRAŞLIK VE HEYKEL SANATI

Türkiye'de Heykeltraşlık  Osmanlı Dönemi’nin son yıllarında heykel alanında da önemli bir gelişme görülmüştür. Osgan Efendi’nin atölyesi ve Nejat Sirel, Mahir Tomruk heykel sanatının ilk öğrenimli sanatçılarıdır. Heykel sanatı Cumhuriyet döneminde iki farklı alanda ilerleme göstermiştir. Canonica’nın İstanbul-Taksim Özgürlük Anıtı, Hanak ve Thorak’ın Ankara-Güven Park Anıtı, Krippel’in İstanbul-Sarayburnu Atatürk Anıtı, Ankara-Ulus İyigün Anıtı bu dönem özelliklerini yansıtır.

   Türk heykelcileri de anıt yapımında çalışmışlardır. Nitekim yabancı sanatçıların da katıldığı "Erzurum Anıtı" yarışmasında Ali Hadi Bara birincilik ve Zühtü Müridoğlu ikincilik ödülünü almışlar, "Manisa Anıtı" yarışmasını ise Nejat Sirel kazanmıştır. Heykel sanatının anıtlarına Hakkı Atamulu, Yavuz Görey, Kamil Sonad, İlhan Koman, Hüseyin Gezer, Turgut Pura gibi sanatçılar imza atmışlardır. Heykel sanatında toplumsal gelişmeleri anımsatacak anıtların ilk örneklerini Ratip Aşir Acudoğlu üretmiş ve Menemen Anıtı ile Erzincan Deprem Anıtı, Almanya ve Fransa’da 11 yıl heykel öğrenimi gören sanatçı tarafından yapılmıştır.

    1937 yılında Alman Heykel sanatçısı Rudolf Belling, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümü’nün başına getirilmiş, 1954 yılına kadar akademide öğretim üyeliğini sürdürerek çok sayıda öğrenci yetiştirmiş, aynı zamanda heykel çalışmalarını sürdürmüştür. İstanbul Taşlık Parkı'ndaki ve Ankara Ziraat Fakültesi bahçesindeki İnönü heykelleri Belling'e aittir. Ayrıca ülkedeki heykel sergilerinin en önemlilerinden biri yine Belling tarafından İstanbul Teknik Üniversitesi Taşkışla Binası’nda açılmıştır. 1950'lerde başlayan heykel sanatçılarının büyük bir kısmı Belling'in öğrencileridir.

   Türkler çok eskiçağlardan beri taş işçiliğinde başarılı yapıtlar ortaya koymuşlardır.En eski örneklerine Orta Asya sanatında rastlanır.Orhun Anıtları anıtsal heykeller olarak da düşünülebilir.İnsan figürünün simgesi olarak taştan yontulmuş balballar, babalar da ilkel heykel örnekleridir.İslam dininin benimsenmesinden sonra dinsel kurallar gereği, öteki sanatlarda olduğu gibi heykelde de betimlemecilik bırakılmış, bunun yerine süslemeci yanı ağır basan kabartmacılık, oymacılık, kakmacılık gibi sanatlar öne çıkmıştır.Gene de Anadolu Selçukluları'nın yaptığı yapılarda insan ve hayvan figürlerini kullanan kabartmalara rastlanır.
Sanayi-i Nefise Mektebi Türkiye'de çağdaş heykel sanatı dalında eğitim veren ilk kuruluştur.Oskan Yervant Efendi, bu kuruluşta öğretmenlik yapan Osmanlı yurttaşı ilk heykeltıraşlardandır.Cumhuriyetin kuruluşuna kadar bu okuldan yetişen sanatçılar İhsan Özsoy, İsa Behzat, Mahir Tomruk ve Nejat Sirel olmuştur.

    İsa Behzat dışındakiler Cumhuriyet döneminde de yapıt vermişler, ayrıca içinden yetiştikleri okulun geleneği uyarınca yurtdışına gönderilmişler ve onlardan öğretmen olarak da yararlanılmıştır.Çağdaş Türk heykel sanatçıları arasında Ali Hadi Bara, Zühtü Müridoğlu, Nusret Suman, Ahmet Kenan Yontunç, Hüseyin Anka adıyla tanınan Hüseyin Özkan, yurtdışında da çalışmalarını sürdüren İlhan Koman, Hüseyin Gezer, Mehmet Şadi Çalık, Kuzgun Acar, Saim Bugay gibi adlar vardır.Bu heykelcilerin yanı sıra Sabiha Bengütaş, Nermin Faruki, Lerzan Bengisu, Günseli Aru gibi kadın sanatçılar da yetişmiştir
HEYKEL ÖRNEKLERİ







VİTRAY KUBBE TAVAN VİTRAYI VİTRAYCI VİTRAY

4 Ocak 2011 Salı

Ocak Ayı Kültür Sanat Etkinlikleri
(Eklenme tarihi:04.01.2011)

Büyükşehir Belediyesi 2011 Kültür Sanat Sezonu Ocak Ayında Düzenlenecek 15 Etkinlikle Başlıyor.
Büyükşehir Belediyesi 2011 Kültür Sanat Sezonu Ocak ayında düzenlenecek 15 etkinlikle başlıyor.

Konu ile ilgili bir açıklama yapan Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki konserden tiyatroya, söyleşiden konferansa kadar yine dolu dolu bir kültür sanat programı hazırladıklarını ifade ederek, "Kayseri Büyükşehir Belediyesi olarak şehrimizin kültür sanat hayatına renk katmaya devam ediyoruz. Her yaşa ve her zevke hitap eden etkinliklere hemşerilerimizin katılımları bizi mutlu ediyor. Bu ilgi bizi yeni projeler geliştirmeye ve daha iyisini yapmaya teşvik ediyor. Ocak ayı ile birlikte yeni sezonunu açıyoruz" dedi.

Ocak ayında öne çıkan etkinliklere de değinen Başkan Özhaseki, 2011 yılına görkemli bir başlangıç yapacaklarını kaydederek, "Konservatuarımız tiyatro topluluğu 2011 sezonunda perdelerini büyükler için 'Vay Başımıza', çocuk Oyunlarında ise 'Meddah Amca ve Bremen Mızıkacıları' ile açacak. Klasik Türk Müziği Konseri'nde Melihat Gülses Kayserililerle buluşurken, Türk Sanat Müziği Konserinde ise ülkemizin seçkin gruplarından birisi olan İstanbul Sazendeleri en güzel eserlerini Kayserililer için seslendirecek. Türk Tasavvuf Müziği Konserinde Erkan Mutlu dinleyenlerine eşsiz bir akşam yaşatacak.

Yaşadığı kenti daha yakından tanıyan tanıdıkça daha çok seven ve bu şehir için yeni projeler ortaya koyan gençlerin yetişmesine katkıda bulunmak için düzenlediğimiz ve bugüne kadar yaklaşık 35 bin gencin katıldığı 'Yaşadığımız Kent Kayseri' programının bu ayki konukları, Kayserispor teknik heyeti ve futbolcuları olacak. Bu etkinlikle ilköğretim çağındaki çocuklarımıza zengin Türk Edebiyatımızın seçkin eserlerini tanıtacağız. Bu programlara ilave olarak Ocak ayında yine konser, söyleşi ve tiyatro gibi etkinliklerimiz devam edecek. Bütün sanatsever hemşehrilerimizi etkinliklerimize bekliyoruz" diye konuştu.
OCAK AYI PROGRAMI
02-16-30 Ocak Pazar Çocuk Tiyatrosu "Bremen Mızıkacıları" Şehir Tiyatrosu/13:00
05-12-19 Ocak Çarşamba- 25 Ocak Salı Türk Öykülerinden Seçmeler
Şehir Tiyatrosu/14:00
08 Ocak Cumartesi-14 Ocak Cuma Tiyatro Oyunu "Vay Başımıza"
Şehir Tiyatrosu/19:30
09-23 Ocak Pazar Çocuk Tiyatrosu "Meddah Amca" Şehir Tiyatrosu/13:00
11 Ocak Salı Türk Tasavvuf Müziği Konseri "Konuk Sanatçı: Erkan Mutlu"
Şehir Tiyatrosu/19:30
21 Ocak Cuma TSM Konseri "İstanbul Sazendeleri" Şehir Tiyatrosu/19:30
26 Ocak Çarşamba Yaşadığımız Kent Kayseri Programı "Kayserispor"
Meclis Salonu/11:00
26 Ocak Çarşamba TSM Konseri "Konuk Sanatçı:Melihat Gülses"
Facebook'ta Paylaş

3 Ocak 2011 Pazartesi

Sultanın oyuncakları sergilenecek
(Eklenme tarihi:03.01.2011)

Depolarda saklanan binlerce obje, Saray Koleksiyonları Müzesi ile gün yüzüne çıkacak

Son halife Abdülmecid'in kızı Dürrüşehvar Sultan'ın depolarda saklanan eğitim ve oyun gereçleri Dolmabahçe Sarayı'nın eskiden mutfak olarak kullanılan bölümünün yeniden düzenlenmesiyle oluşturulan Saray Koleksiyonları Müzesi ile gün yüzüne çıkacak.

Konuyla ilgili bilgi veren TBMM Milli Saraylar Daire Başkanı Yasin Yıldız, Milli Saraylar bünyesindeki müzeyi oluşturma fikrinin 2000'li yılların ortalarına dayandığını söyledi.

Yıldız, Milli Saraylar'ın envanterinde bulunan 70 binin üzerindeki objenin bir kısmının depolarda bulunduğunu belirterek, müze oluşturma sürecinin de depolardaki bazı eserlerin Beşiktaş'ta bulunan Matba-i Amire binasına nakledilmesiyle başladığını dile getirdi.

BEŞ BİN OBJE
Bu eserlerin bir kısmının 2006 yılında 'depo-müze' konsepti içerisinde sergilenmeye başladığını aktaran Yıldız, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''O zamanlar mekanın şartlarından dolayı ve aynı mekanda Milli Saraylar'a ait başka birimlerin de bulunması nedeniyle sergileme mekanı kısıtlı kalmıştı. Halbuki Matba-i Amire yapı grubu 2 bin metrekarenin üzerinde bir alana sahip. Bu proje uzun soluklu olmadı. Bu nedenle 2008 yılında bina ve depo alanları kapsamlı bir restorasyona alındı. Bu çerçevede yürütülen çalışmalar da önceki yılın sonuna kadar devam etti. Müze projesinin ilk bölümü, sanat galerisi olarak geçen Haziran ayında açıldı. Projenin ikinci kapsamında, iç kısımda kalan alanın Saray Koleksiyonları Müzesi olarak düzenlenmesi vardı. İki bölümden oluşacak bu müzede daha önce hayata geçirilmiş olan depolar ve saray koleksiyonları bölümünde hanım sultanlara ait oyuncaklar, şehzadelere ya da büyüklere ait kıyafetler, birtakım el yazmaları, temizlik aletleri, halılar, tekstil ürünleri, mutfak araç gereçleri gibi pek çoğu gezi güzergahında ziyaretçinin göremeyeceği objeler bulunacak.''

Yıldız, müzede yaklaşık 5 bin objenin sergileneceğini ifade ederek, ''Eserler bir vitrin sergileme düzeninde sergilenecek. Bu bizim için çok önemli. Çünkü küçük objeleri normal bir saray tefrişinde ziyaretçiye göstermek çok zordu, imkansızdı. Saray Koleksiyonları Müzesi, depolarımızda ziyaretçinin göremeyeceği noktalarda bulunan objelerin korunaklı vitrinlerde dönemsel olarak sergilenmesi bakımından büyük önem taşıyor. Daha önce gün ışığına çıkmamış pek çok obje, bu vesileyle ziyaretçi ile buluşacak'' şeklinde konuştu.

'OBJELER ÇOK İYİ KORUNMUŞ'
Yasin Yıldız, müzede sergilenecek Dürrüşehvar Sultan'a ait eğitim ve oyun gereçlerine de değinerek, şunları kaydetti:

''Sergilenecek eserler arasında çeşitli hayvan minyatürleri, bebekler, örtü, Abdülmecid Efendi'nin resim, heykel, musiki gibi sanatlarda önde gelen bir sanatçı olmasının da etkisiyle resim kurslarına yönelik kitaplar, resim çalışmaları, boyama kitapları, yazı ödevleri yer alacak. Sultan'ın ilköğretim çağında burada yaşadığını biliyoruz, bu nedenle çocukların zihin gelişimine yönelik oyuncak taş yapı seti, puzzle gibi bazı objeler de görülebilecek. Bu oyuncak ve eğitim gereçleri bir hanedan üyesinin yetiştirilmesinde gösterilen özeni ve önemi vurgulamasının yanı sıra aydın bir kişiliğe sahip olan halife Abdülmecid'in kızını yetiştirirken gösterdiği yakın ilgiyi yansıtması bakımından da oldukça önemlidir. Müzede bu vitrine yer verilerek Osmanlı Sarayı'nda yetişmiş sultanların eğitimine verilen öneme dikkat çekmeyi amaçladık.''

Müzedeki çalışmalarda son aşamaya geldiklerini aktaran Yıldız, ''Depolarımızda yıllardır bekleyen ve gerçekten çok iyi durumda objelerimiz için de bir restorasyon çalışması yürüttük. Ancak bu daha çok temizlik ve bakıma yönelikti. Gerçekten objeler çok da iyi korunmuş. Bu noktada geçmiş jenerasyonlara teşekkür borçluyuz. Vitrinlerimiz hazırlandı, objelerimiz yerleştiriliyor. Ayın sonunda müzeyi meclis başkanımızın katıldığı bir törenle açmayı planlıyoruz'' diye konuştu.

Yıldız, Sanat Galerisi, Saray Koleksiyonları Müzesi ve depolar olmak üzere üç bölümden oluşacak 2 bin metrekarelik müze kompleksinin pazartesi ve perşembe günleri hariç 09.00-16.30 saatleri arasında tek biletle gezilebileceğini dile getirdi.

SULTANIN KOLEKSİYONU KİTAPLAŞTIRILACAK
Müze araştırmacısı Ayşe Fazlıoğlu da 10 yaşına kadar Dolmabahçe Sarayı'nda yaşadığı bilinen Dürrüşehvar'a ait oyuncak ve eğitim gereçlerinin sarayın çatı katında iki sandık içerisinde bulunduğunu söyledi.

Sultana ait koleksiyonun yaklaşık 600 eseri bulduğunu belirten Fazlıoğlu, müzede ise 50 civarında objenin sergileneceğini aktardı.

Fazlıoğlu, gelecek yıllarda eserlerin tamamının yer aldığı bir kitap yayınlamayı planladıklarını sözlerine ekledi.

AA
Facebook'ta Paylaş
 Azerbaycan Bakü özel otel ve villa kubbe vitrayı imalat aşaması

2 Ocak 2011 Pazar

Sanata dair.

İstanbul’da Heykel Atölyesi
(Eklenme tarihi:15.12.2010)

Çocuk ve Gençlik Sanat Bienal'i Kapsamında Bir Heykel Atölyesi Gerçekleştiriyor.

Atölye sorumlusu Sharon Stratton, İstanbul'da süsleme sanatları üzerine, objelerin doğal şekilleri, kendine ait ve botanik formlardaki heykel çalışmaları, Türk sanatından esinlendiği çalışmaları ve onların soyut formları üzerine ve görseller kullanarak bir konuşma/atölye çalışması yapacak.

Atölye çalışması 21 Aralık 2010 tarihinde 13.00-14.00 saatleri arasında Sanat Limanı Antrepo 5'te gerçekleştirilecek. Katılım sayısının 15 kişi ile sınırlandırıldığı etkinlikte 0530 290 34 58 numaralı telefon aranarak önceden rezervasyon yaptırılması gerekiyor.

İş Bankası Kültür Yayınları'ndan Yeni Kitaplar
(Eklenme tarihi:01.01.2011)

FENERLER
Radar ve diğer elektronik araçların henüz denizciliğe girmediği dönemlerin kapkaranlık gecelerinde kaptana bulunduğu yeri bildirmek, süzülüp giden geminin nerde olduğunu saptamak için en eski yardımcı dost olan deniz fenerleri, okumasına doyum olmayan bir kitapta bir araya geldiler. Kaptanların "mevki koymak" için yararlandıkları "göz kırpmaları" olan deniz fenerlerini, İTÜ Denizcilik Fakültesi Öğretim Görevlisi Oktay Sönmez kitaplaştırdı.

Osmanlı'dan Milli Mücadele'ye Seçilmiş Mülakatlar
Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde ve Milli Mücadele yıllarında, bu döneme damgasını vuran liderlerin ilk ağızdan görüş ve anlatımları, iki değerli araştırmacı Prof. Dr. Sabahattin Özel ve Doç. Dr. Işıl Çakan Hacıibrahimoğlu'nun hazırladığı Osmanlı'dan Milli Mücadele'ye Seçilmiş Mülakatlar kitabında bir araya geldi.

Şehzade Abdülmecit, Veliaht Şehzade Yusuf İzzetin Efendi, Şehzade Selahattin Efendi, Sultan Vahdettin gibi hanedan mensuplarının yanı sıra İttihat ve Terakki Partisi'nin liderleri Enver Paşa, Talat Paşa gibi şahsiyetler, Milli Mücadelenin önderleri, Aydınlar, bürokratlar, büyükelçilerin İstanbul'da ve Anadolu'da yayınlanan pek çok dergi ve gazeteye verdikleri röportajlar, dönemin canlı bir panoramasını çiziyor.

17. Yüzyıl İstanbul'unda Sosyo-Ekonomik Yaşam
Ortadoğu iktisat tarihi ve düşünü konusunda dünya ölçeğinde otorite kabul edilen, Duke Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Timur Kuran'ın editörlüğünde hazırlanan Mahkeme Kayıtları Işığında 17. Yüzyıl İstanbul'unda, Sosyo-Ekonomik Yaşam adlı 10 ciltlik çalışmanın ilk iki cildi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlandı.

Çalışma, 17. yüzyıl'da İstanbul ve Galata şer'i mahkemelerinden günümüze ulaşan 15 defterdeki binlerce hükmün hem tam metinlerinden hem de her hükmün günümüz Türkçesiyle ve İngilizce özetlerinden oluşuyor. Hükümler hem araştırmacıların yararlanabileceği biçimde, hiç değiştirilmeden günümüz yazısına çevrilirken, Osmanlı Türkçesine aşina olmayanlar için de iki dilde özetleri sunuluyor.

Çocuklar için yeni maceralar:
Ejderha Tuşpa

Van kedisi, bu kez bir çocuk kitabına ilham verdi. Arkeolog Çiğdem Maner'in, efsanelerden uyarladığı Ejderha Tuşpa öyküsünde, Van'ın binlerce yıllık geleneklerini, günümüzden heyecanlı bir macerayla birleştiriyor ve ortaya çocuklar için harika macera çıkıyor.

Çıkartmayla Öğrenelim Çocuk kitapları konusundaki çalışmalarını giderek güçlendiren İş Bankası Kültür Yayınları, sömestr tatili döneminde çocukların hem el becerilerini geliştirecek, hem de eğlenerek öğrenmelerini sağlayacak kitaplar sunuyor.

Çıkartmayla Öğrenelim dizisinden yayınlanan "Çıkartmalı Sayılar" ve "Boyamalı Sayılar" sayılarla arası iyi olmayan çocukları bile etkileyecek renkli çıkartma ve boyama sayfalarıyla ilgi çekiyor.

1 Ocak 2011 Cumartesi

Picasso koleksiyonu garajdan çıktı
(Eklenme tarihi:01.01.2011)

Dünyaca ünlü ressam, heykeltıraş Pablo Picasso'nun daha önce bilinmeyen 271 eseri ressamın bir dönem elektrik işlerini yapan 71 yaşındaki Pierre LeGuennec’in garajında ortaya çıktı.
20. yüzyılın en önemli ressamlarından biri kabul edilen Pablo Picasso'nun Fransa'nın güneyinde bir garajda daha önce hiç bilinmeyen yaklaşık 300 eserinin ortaya çıkması sanat dünyasını hareketlendirdi.

Eserler, ünlü ressamın evinde bir dönem elektrik işlerini yapan 71 yaşındaki Pierre LeGuennec’in garajında ortaya çıktı. Yaşlı elektrikçinin Güney Fransa'daki evine baskın düzenleyen Fransız polisi, eserlere el koydu.

Taşbaskılardan, suluboyalara kadar değeri on milyonlarca doları bulan eserler tartışmaları da beraberinde getirdi.

Guennec, yıllardır garajında sakladığı eserlerin Picasso tarafından kendisine hediye edildiğini söylerken, ressamın avukatları eserleri geri alabilmek için harekete geçti bile. Taraflar şimdi mahkemeden çıkacak kararı bekliyor.

Pıcasso'nun uzun kariyeri boyunca 20 binden fazla bilinen eseri bulunuyor.